17 Mart 2015 Salı

Bir çevirmenin kültürler arası yolculuğu

Uğraşına tam anlamıyla gönül vermiş çevirmen, yabancı dilde okuduğu bir yazara ve yaratısına bir kez vurulmaya görsün, ondan sonra o yazarı daha önce başkaları tarafından kaç kez çevrilmiş olursa olsun bir de kendi anlatmak, o çevirmen için tam bir tutkuya dönüşür.

Banu Olcay Pinter 13 yıl süren reklamcılık serüveninden sonra İtalya’ya taşınmasıyla çevirmenliğe başladı. Daha sonra hayatı sürekli seyahat ederek yeni yerler görerek devam etti. Bu zaman zarfında da daha önce de yapmış olduğu çeviri çalışmalarına yenilerini ekledi. En çok tarihi eserleri çevirmeyi sevdiğini belirten Pinter çevirdiği diğer türde eserlerde özellikle İtalyan yazarların karmaşık bir ifade şekli tercih ettiklerini gözlemlediğini belirtti.

Öncelikle kendinizi biraz tanıtabilir misiniz? 
43 yaşındayım. İstanbul'da doğdum ve 38 yaşına kadar orada yaşadım. Daha sonra eşimin işi için İtalya'ya taşındım. Dört yıl orada kaldıktan sonra Shanghai'a geldim. Bir yıldır Çin Halk Cumhuriyeti'nin en kalabalık ve büyük şehirlerinden Shanghai'da yaşıyorum. Türkiye'de bulunduğum zaman zarfında üniversiteden mezun olduktan sonra Reklamcılık yapmaya başladım ve 13 yıl sektörde kalarak çok uluslu dev firmalarla çalıştım. Başka ülkeye taşınma kararıyla birlikte çevirmenliğe başladım. Daha önce de çevirmenlik çalışmalarım olmuştu. Ancak tam zamanlı çevirmenliğe başlamam Türkiye'den ayrılışımla birlikte gerçekleşti.

Çevirmenliğe nasıl ve neden başladınız? 
Üniversitede önce Amerikan Dili ve Edebiyatı daha sonra ise İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduğum için lisanla ilgili olabilecek her şeye kendimi daima yakın hissettim. Ancak yoğun reklamcılık döneminde yabancı lisanımı geliştirmek veya yabancı lisanlarla ilgili çeviri türü çalışmalar yapmak pek mümkün olmasa da 3 yıl kadar hafta sonları olmak üzere özel bir İngilizce kursunda öğretmenlik yaptım. Daha sonra İtalya'ya taşındığımda reklamcılığa veda ederek, önceleri hobi amaçlı internet sitelerinde ve dergilerde çevirmenlik yaptım. Daha sonra Çev-Bir ekibiyle tanışmamın ardından kitap çevirmenliğine başladım ve 2 yılı aşkın süredir kitap çeviriyorum. Bu iki yıl içerisinde İngilizceden Türkçeye ve İtalyancadan Türkçeye olmak üzere toplam 10 kitap çevirisi yaptım. Nedenine gelince, sanırım nedeni, yaptığım işe aşık olmam.

Kitap çevirmenliğinin ülkemizdeki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Ne yazık ki ülkemizde, kitap çevirmenliği de dahil genelde tercümanlık mesleğinin hak ettiği değeri bulamamış olduğunu düşünüyorum. Edebiyat çevirmenliği başta olmak üzere, çevirmenlik birikim, emek ve uzun süreler isteyen büyük bir 'kendini adama' işi. Ve ne yazık ki ne maddi ne de manevi anlamda bu tür bir 'adamışlığın değer karşılığını almak mümkün olmuyor. Ancak bu meslekle ilgilenen çok değerli kişiler sayesinde gün geçtikçe de ilerleme kaydediliyor.

ÇEV-BİR'den bahsedelim biraz. Bu kurumun önemini ve
çalışmalarını biliyoruz lakin bir çevirmenin gözünden nasıl?
Çev-bir bir meslek birliği olarak bazı noktalarda yetersiz kalabilmekle birlikte, bizler gibi neredeyse 'sahipsiz' diyebileceğimiz bir meslek kolunu seçmiş olanlar için büyük bir nimet. Ben arkamda onların desteğini hissetmekten, gerektiğinde başvurabileceğim ya da yardım alabileceğim bir birliğin var olmasından son derece memnunum. Çalışma şeklinin doğası icabı gerek üyelerin gerekse yönetimin çabaları ve yardımları azımsanacak gibi değil. Kısaca birçok çevirmen gibi benim için de Çev-bir'in varlığı çok önemli.

Çevirisini yapmayı sevdiğiniz herhangi bir yazar var mı? 
Ne yazık ki böyle bir ayırım yapacak düzeye henüz gelmiş değilim. Zaten iş tekliflerinde mümkün mertebe seçici olmamaya çalışıyorum. Hem tecrübe kazanmam hem de her türlü alanı değerlendirebilmem için böyle yapmam gerektiğini düşünüyorum. Hedefim bu meslekte ilerlemek ve Türkçe dilinde sayılı çevirmenlerden biri haline gelebilmek. Fakat sorunuzun asıl cevabına gelirsek, tercih bana kalsaydı sanırım en çok tarihi eserleri çevirmek isterdim. İlk kitabım ve üçüncü çevirdiğim kitap da, ne mutlu ki tarihi, dini ve felsefe içerikli eserlerdi.

Farklı yazarlar arasında çeviri yaparken benzerlikler gördüğünüz oluyor mu?
Edebi çevirilerde kitabın konusuna bağlı olmakla birlikte, bilhassa romantik tür olarak tanımladığımız bazı türlerde ifade şekilleri arasında benzerlikler çok yaygın. Fakat özellikle de İtalyan yazarların karmaşık bir ifade şekli tercih ettiklerini gözlemledim diyebilirim.

Bir çeviriyi bitirip yeni bir çeviriye başladığınız zaman önceki
çevirinin etkisinden kurtulamadığınız oluyor mu? 
Kesinlikle oluyor. Hatta bazen zamanlamalar sebebiyle iki kitabi bir arada çevirmek gerekiyor. Birinden diğerine geçişlerde diğer eserden etkilendiğimi hissediyorum. Ancak bu, bugüne dek bana zarardan çok fayda sağlayan bir şey oldu. Birinde anlatılan hikâye ve anlatım dili diğerine bakışınıza daha geniş bir perspektif getirebiliyor. Bir de, çeviri yaparken o kadar farklı konularda o kadar çok bilgi ediniyorsunuz ki, bu birikimler bir diğer esere ya da yeni bir metne mutlaka katkı sağlıyor.

Dil evrensel olsa da kültür kalıplaşmış bir şey çevirmekte zorlandığınız kalıplaşmış yapılar oldu mu? 
Fazlasıyla. Bunun nedeni dillerin yapısından çok kültürlerin yapısından kaynaklanıyor. Farklı şekillerde ifade edilen öyle çok deyim ve atasözü çıkıyor ki karşınıza. Üstelik kimi zaman anlatılmak istenen şeyin diğer dilde bir karşılığı olmadığını görüyorsunuz. Bir kültürden doğan bir anlatım veya ifade şekli başka bir dilde karşılık bulmayabiliyor. Mesela ilk aklıma gelen örneği vereyim. Dilimizde 'kurbanlık koyun' olarak geçen bir ifadenin yabancı dilde karşılığını birebir çevirerek vermek mümkün değil. Her ne kadar başka kültürlerin tarihinde de 'kurban edilme' bir bakıma ifade edebiliyor olsa da, doğru mesajı birebir çeviriyle vermek kimi zaman hatta çoğu zaman imkânsız oluyor. Zaten bence çevirinin en oyuncaklı, en zorlu, fakat aynı zamanda en zevkli yanı bu oluyor. Bir düşünce, bir ifade şeklini başka bir dil ve kültüre yansıtabilmek.

En çok hangi çalışmanız değerli sizin için?

Elbette, hepsi. Ben kişisel olarak sektörsel çevirilerden çok edebiyat çevirilerini daha fazla seviyorum. Çünkü orada yazım ve ifade yeteneklerinizi daha fazla ortaya koyabiliyorsunuz. Katkınız belirgin oluyor. Ancak yaptığım işlerin hepsine aynı değeri vermezsem, bu işi profesyonelce yapamam. Her işte, her meslekte olduğu gibi.

Haber: Betül SAÇAL

Elleri konuşturan meslek: İşaret dili
Çankaya Halk Eğitim Merkezi'nde beş yıldır işaret dili eğitimi veren Zehra Sümer aynı zamanda Başkent İşitme Engelliler Derneği'nde de görev yapıyor. Sümer, işitme engellilerin topluma kazandırılması ve meslek edinmesi için işaret dili eğitimin önemine vurgu yaptı.
 Ankara'da yaklaşık 5 bin işitme engelli insan yaşıyor. Ankara'daki işitme engelli derneklerinden biri olan Başkent İşitme Engelliler Gençlik Spor ve Eğitim Derneği de engelliler yararına çalışıyor.
 İşitme engelli bir insanın, işaret dili bilmeyen birisiyle iletişime doğrudan geçemiyor olmasının işaret dili eğitimini vermedeki temel amaç olduğunu belirten Zehra Sümer, işaret dili eğitimi verebilmek için toplamda bin 110 saat eğitim almış olunması gerektiğini belirtti.  Dışardan bakıldığında işaret dilinin garip karşıladığını belirten Sümer, “Konuşarak kendilerini ifade etmeye alışkın insanlar olarak elleri konuşturan bir meslek icra ediyorum. Bunun bir iletişim yolu olduğunu düşünürsek garipsemeyiz. Çünkü işaret dili eğitimini vermedeki amacımız herkesin bu iletişim yolunu benimsemesiyle işitme engellileri topluma kazandırmak ve onlara farklı olmadıklarını hissettirmektir” dedi.
Çankaya Halk Eğitim Merkezi'nde toplamda 120 saatlik işaret dili kursu veren Sümer, “Kursiyerlerimiz çocukluktan eğitim almış insanlar olmadıkları için onlara temel bir eğitim veriyoruz. Annesi ve babası işitme engelli yani 'koda' diye adlandırdığımız kişiler ise derneklerle görüşüp daha ileri seviyede bir eğitim alıyorlar. Açıkçası süre konusunda sıkıntı söz konusu, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanarak bize verilen müfredatla toplam verilen ders saati uyumlu değil. Yetmiyor verdiğimiz eğitim. Bir de müfredat uzun zamandan beri güncellenmediği için çoğu yeni kelimeyi eğitime kendimiz dâhil ediyoruz” diye konuştu. Sosyal medyanın işaret dili kurslarına talebi arttırdığını söyleyen Sümer, “Ülkemizde işaret dili kursları yaklaşık 4–5 senedir talep görüyor. Bunda artık kamu kuruluşlarının işaret dili bilen insanlara öncelik gösteriyor olması da etkili” dedi.
Başkent İşitme Engelliler Derneği
1978 yılında İşitme Engelliler Spor Kulübü olarak kurulan Başkent İşitme Engelliler Gençlik Spor ve Eğitim Derneği, 2008 yılından itibaren eğitim derneği olarak hizmet veriyor. Derneğin amacı ise, işitme engellilerin sosyalleşmesi, spor faaliyetlerine dâhil olması. Türkiye Sağırlar Milli Federasyonu ve Türkiye İşitme Engelliler Spor Federasyonu'na bağlı olan dernek, işitme engellilere meslek edindirme ve onları topluma kazandırmak amaçlı faaliyetlerde bulunuyor. İşitme Engelliler Derneği'nde de çalışan Zehra Sümer, faaliyetlerini şöyle anlattı:
“Dernek olarak AB projesi ve meslek edindirme projelerimiz var. AB projesi kapsamında dernek üyesi işitme engelli arkadaşlar yurtdışına gidip eğitim alabiliyorlar. Yurtdışındaki işaret dili eğitimi olanakları bizim olanaklarımızdan çok farklı, teknolojik açıdan işitme engellilerin günlük hayatta kolayca kendilerini ifade edebilecekleri sistemler mevcut.”
Ülkemizde işaret dili ile ilgili üniversitelerde son birkaç yıldır işaret dili dersleri verildiğini dile getiren Zehra Sümer, “Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı öğrenci yurtlarında işaret dili dersi verilmeye başlandı. Yeni yeni büyük alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, adliyelerde işaret dili bilen çalışanları görüyoruz” dedi.
Annesi ve babası işitme engelli olan Sümer, “İşaret dilini öğrenmek isteyen herkesin bunu bir iş olarak değil bir iletişim yolu olarak görmesi gerekir” diyerek işaret dili eğitiminin önemli olduğunu ve eğitime olan talebin artmasını beklediğini belitti ve şunları ekledi:
 “İşaret dilini öğrenmek isteyen herkesin bunu bir iş olarak değil, bir iletişim yolu olarak görmeleri gerekir. Çünkü bu bir sosyal sorumluluk, nasıl görme engelliler için düzenlenmiş yaya geçitleri varsa işitme engelliler içinde aynı şekilde çalışmalar yapılmalı. İşitme engelli bir insanın en basitinden size bir adres sorduğunda ona tam olarak yardımcı olabilmeniz için bu eğitimi almanız gerekir çünkü Türkiye’de yaklaşık olarak 5 milyon işitme engelli vatandaşımız var. Bir işitme engelli için, adliye ve emniyet müdürlüğü gibi kurumlarda problemlerini çözebilmeleri onlar için büyük sıkıntı oluşturabiliyor. Fakat o kurumda işaret dili bilen bir çalışanın olması onun problemini kolayca çözebilmesini sağlıyor. Hastanelerde ve eczanelerde de işaret dili bilen birinin mutlaka bulunması gerekiyor bu sayede işitme engelli vatandaşların ilaçları yanlış tedarik etmesi veya kullanması engelleniyor.”
 Ankara (GAZETE GAZİ) - 23.10.2014 - Betül SAÇAL
  • DSCF1144.jpg
  • DSCF1149.jpg
Ankaralı hanımların sosyal lokali
Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Hanım Lokalleri, Ankara’nın 23 farklı ilçesinde hanımların sosyal hayata katılmaları için spor çalışmaları ve çeşitli eğitim kursları gerçekleştiriyor.
Büyükşehir Belediyesi Hanım Lokalleri 2000 yılından bu yana Ankara’nın çeşitli ilçelerinde hanımların sosyal hayata katılmalarını sağlamak amacıyla çeşitli faaliyetlere imza atıyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, 18 yaş üstü hanımların boş zamanlarını sosyal faaliyetler ile geçirebilecekleri, ev hanımları ile çalışan hanımlar arasında sosyal iletişim ve komşuluk kültürünün geliştirilmesi, şehirle ilgili ortak paylaşım alanlarının arttırılması, hanımların spor yapmalarının sağlanması, yaşadıkları problemlere karşı bilgilendirilmesi ve bu problemlerini çözmelerine yardımcı olunması, yeni davranışlar edinmelerinin sağlanması, paneller ve seminerler düzenlenerek iş ve ev ortamından uzaklaşıp sosyal bir hayata katılımının sağlanması amacıyla hanım lokalleri kapsamında Ankara’nın 23 ilçe ve semtinde faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Büyükşehir Belediyesi Hanım Lokalleri Koordinatörü Gülçin Tüze, Sincan Hanımlar Lokali'nin 2 Temmuz 2000 tarihinde açılmasının ardından her ilçede yaşayan hanımların bu faaliyetlerden yararlanabilmesi için bu rakamın 23 hanım lokaline çıkarıldığını, açıldığı günden beri üye sayısının 400 bin’in üzerine çıktığını ve yılda 50 bin üyeye hitap ettiklerini bu sayıların arttırılması için gerekli çalışmaların yapıldığını söyledi. Toplumda hanımların mutluluğunun sağlanmasının ailelerin mutluluğunu beraberinde getireceğini belirten Tüze, hanım lokallerinin düzenlediği faaliyetlerle kadınlar için bir terapi merkezi haline geldiğini dile getirdi.
Hanımlar lokalinin faaliyetleri
Hanımlar Lokali Koordinatörü Gülçin Tüze, hanım lokallerinde spor hizmetleri, sosyal ve kültürel faaliyetler, eğitim ve destek hizmetleri, sağlık hizmetleri, psiko-sosyal destek hizmetleri ve rehberlik danışmanlık gibi hizmetler verildiğini belirterek, “Hanım lokalleri, step, aerobik, kondisyon, yüzme, sauna, bilgisayar, İngilizce, diksiyon, halk oyunları, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, sağlık, el sanatları, resim, masa tenisi, kuaför ve güzellik salonu, şehiriçi ve şehirdışı geziler, lokaller arası turnuvalar, lokaller arası kaynaşma amaçlı eğlence programları ve seminer gibi faaliyetlere yer veriyor” dedi. Hanım lokalleri ile Ankara içi, şehir turu düzenleyerek şehrini tanımayan Ankaralılar'a gezmedikleri yerleri görme imkânı sunduklarını belirten Gülçin Tüze, “23 Hanım Lokalinin katkılarıyla hazırlanan Halk Oyunları Şenliği’nde hanımlara halk oyunlarını öğreterek keyifli zaman geçirmelerini sağlıyoruz. 18 Mart Çanakkale Zaferini anma törenleri gibi önemli günlerde ise hanımların tiyatro, halk oyunları, koro v.b faaliyetlerde görev almalarına fırsat tanıyıp, sahne performansıyla kendilerini ifade etmeleri ve motivasyon sağlamalarını amaçlıyoruz” dedi. Hanımların çeşitli konularda bilinçlenmesi için birçok seminer gerçekleştirdiklerini söyleyen Tüze, bu kapsamda verilen seminerler arasında kireçlenme, mekanik bel ağrıları, evde yapılabilecek genel egzersiz eğitimi semineri, töre ve namus cinayetleri, kadına şiddet ve kadın hakları, aile içi şiddet semineri, su tasarrufu konusunda kadının yeri ve önemi konulu eğitim semineri, genetik hastalıklar ve kadın sağlığı semineri, aile içi iletişim eğitim semineri, kişisel gelişim semineri, oturuş ve duruş bozukluklarına bağlı bel ve boyun ağrıları teşhis ve tedavi yöntemleri semineri, kanser erken teşhis ve tarama semineri gibi seminerlerin yer aldığını aktardı.
ANKARA (Gazete Gazi) - 04.12.2014 - Betül SAÇAL
  • DSCF1253.jpg
  • DSCF1254.jpg
  • hanimlar_lokali_etlikte_kadinlarin_bulusma_noktasi_oldu_h179633.jpg
  • hanimlar_lokali_uyelerine_nlp_semineri_h92297.jpg
  • hanimlar-lokali.jpg
  • hanim-lokalleri-4.jpg
  • ankara-hanYmlar-lokali1.jpg
NTV Editörü Özdemir mesleği anlattı
NTV Ankara’nın haber editörlerinden biri olan Onur Özdemir, editörlük hakkında Gazete Gazi’ye konuştu.
Onur Özdemir, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü mezunu. Genç yaşına rağmen sektörde editörlük hakkında birçok tecrübeye sahip olan Özdemir, üniversiteye başladığı sene TV8’de staj yaptığını belirtti. İletişim sektöründe tecrübe edinmenin üzerinde duran genç editör, sektöre erken atılmış olmanın ona büyük katkısı olduğunu söyledi.
Üniversiteyi bitirdikten sonra TV8 ve Ata TV gibi kanallarda çalışan Onur Özdemir, 2011 yılından itibaren NTV Ankara’da editörlük görevini sürdürüyor. Özdemir, editörlüğün bir haber merkezinde muhabirin yazdığı haberi süzgeçten geçirmek, gündem toplantısı yapıp yönlendirmek, muhabirler arasında görevlendirmeler yapmak ve bu görevlerin takibini yapmak gibi sorumluluklara sahip bir konum olduğunu söyledi. Özdemir, haber editörlüğünün diğer editörlüklerden farklı olduğu dile getirerek, “Haber editörü sadece işin dil bilgisiyle ilgilenmez. Haber editörü görev dağılımı yapar, bu görevlerin hızlıca gelişimini kontrol eder, koordinasyon ve haberin yayına sokulması gibi sorumlulukları vardır” şeklinde konuştu. Türkiye’de TRT’nin kurulmasıyla, bu kurumda BBC’ye benzer uygulamalar yapıldığını söyleyenr Özdemir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir haber merkezinde bulunması gereken belli unsurlar vardır. Bizde en başta sistem geliştirilirken, dışarıdan uygulamalar alınmıştır. Türkiye’de gazetecilikte ve her işte bir daralma var. Bizde her iş az eleman çok iş mantığı ile yürütülüyor.  Her işte ve her kurumda az sayıda ve bir o kadarda nitelikli elemanların bulunması söz konusu. Bu en çok da iletişim sektöründe örneğin gazete ve televizyonlarda karşılaşılan bir durum. Uluslararası düzeyde bu işi en iyi yapan ülkelerle kıyaslandığı zaman ülkemizdeki az eleman çok iş mantığı durumu biraz farklılaştırıyor, nitelikten uzaklaştırıyor. Bizde birçok kurumda artık editörlük 'writer' denen bir sisteme dönüştü.”
Bir editörün güncesi
Özdemir, bir editörün gün boyu neler yaptığını şöyle anlattı:
"Editörün görevi sabah erken saatlerde gündem toplantısıyla başlar. Her sabah bir saat gazeteleri okuyup, gündem hakkında bilgi sahibi olduktan sonra editörler, haber müdürleri ve muhabirler ile birlikte gündem toplantısı yapıyoruz. Alan muhabirleri kendi uzman oldukları konular hakkında bilgiler veriyorlar, bunu takiben günün konusunu belirliyoruz. Ankara’nın gündemi hakkında yapılan fikir paylaşımının ardından İstanbul’dan bilgi alıyoruz. Günün gerçekleşecek olayları hakkında, siyasilerin arasında geçen tartışmalar hakkında bilgiler veriliyor. Ve muhabirler belirlenen haberlere göre kendilerine verilen görev yerlerine gidiyorlar. Gündemde olan konulara görüş sunmaları için çoğu zaman uzman konuklar ağırlanıyor. Bu isimlerin belirlenmesi ve irtibatı sağlanıyor. Neredeyse bir buçuk saatte tüm bu işlemler gerçekleştiriliyor. Bu aşamaların tamamı editörün kontrolü altında gerçekliyor.”
Habercilikte editör başta olmak üzere televizyonda çalışan herkes için en önemli şeyin, en yakın bültene en sıcak haberi hazırlamak olduğunu söyleyen Özdemir, haberde önem sırasının gündemdeki sıcaklığa göre belirlendiğini dile getirerek, editörün sürekli gündemdeki olayları, kamuoyunu ilgilendiren konuları ve önem içeren başlıkları takip etmesi gerektiğini belirtti. Bu anlamda editörün rutin gündem dışında özel gündem oluşturma ve muhabirlerden gelen özel gündem önerilerini dikkate alma görevinin olduğunu da aktardı.
Genç iletişimcilere öneriler
Bir iletişim fakültesi mezunu olan Onur Özdemir, okulda ağır bir teorik eğitim aldığını söyledi. Ders içeriklerinde ekonomi, iktisat gibi konular olduğunu, öğrencilik yıllarında bu derslerin zorunlu verilmesinin kendisine mantıksız geldiğini dile getiren Özdemir, “Daha sonradan bir iletişimcinin herkesin aksine her konuda bilgi sahibi olması gerektiğini düşündüm ve iyi ki bu dersleri almışım dedim” şeklinde konuştu. Onur Özdemir, bir iletişim fakültesi öğrencisinin izlemesi gereken yol hakkında şunları söyledi:
“Bir İletişim öğrencisi mümkün olduğunca dersleri çok iyi takip etmeli ve çok okumalı. Kendisini her anlamda geliştirmeli, dil öğrenmeli, dış basını ve siyaseti takip etmeli. Medya sektöründe bir yerlere gelebilme çevre ve deneyim yoluyla mümkün. Medyada işler çevre ile yürüyor. İletişim öğrencisi çevre edinmeli, girişken olup çok sayıda kurumda staj yapmalı. Bu alanda deneyim ve çevre bir İletişimciyi çok iyi yerlere getirir.”
ANKARA (Gazete Gazi) - 24.11.2014 - Betül SAÇAL


"Engelliler konusunda duyarlı olmalıyız"
Dünya Engelliler Eğitim ve Gençlik Spor Kulübü Derneği Başkanı Engin Parlak, engelliler için başlatılan Leonardo Da Vinci Projesi'ni ve başta görme engelliler olmak üzere engelli bireylerin karşılaştığı sorunları anlattı.
Başta görme engelliler olmak üzere birçok engelli bireye kapısını açan ve onları spor, sanat, kültür alanlarında destekleyen Dünya Engelliler Eğitim ve Gençlik Spor Kulübü Derneği, çok sayıda görme engelli vatandaşın istihdama katılımını sağlıyor. Kendisi de görme engelli olan Dernek Başkanı Engin Parlak, üniversiteli gençlerin derneğe ilgisinin yoğun olduğunu, gönüllü kitap okumak isteyen gençlerin kendilerini mutlu ettiğini belirtti.
 Dernek bünyesinde açılan kurslardan faydalanan 24 engelli üyenin kamu kuruluşlarında çalışmaya başladığını söyleyen Engin Parlak, "Görme engellilerin istihdamını sağlamak açısından onlara Halk Eğitim ve İŞ-KUR destekli çeşitli kurslar veriyoruz. Dört ay süren bu kurslarda Ankara'daki çeşitli üniversitelerin de desteğiyle eğitim gören üyeler, EKPSS diye bilinen engelli memur sınavına giriyorlar. Kademe kademe sınavları geçtikten sonra Milli Eğitim ve Adalet Bakanlığı gibi kamuya bağlı kuruluşlarda çalışmaya başlıyorlar” dedi. Kurulduğu yıldan bu yana engelli üyelerin beş branşta ulusal ve uluslararası yarışmalara katılımını sağlayan derneğin bu yarışmaların birçoğundan derece aldığını söyleyen Engin Parlak, bu yarışmaların ve branşların goalball, futsal, judo, yüzme, halter, atletizm ve satranç olduğunu belirtti. Parlak, derneğin verilen kurslar dışında çeşitli projelere de imza attığını sözlerine ekledi. Bu projeler kapsamında bir tiyatro gurubu oluşturan dernek, belirli aralıklarla tiyatro gösterileri gerçekleştiriyor.

Mavi Kapak Toplama Projesi ile 35 engelliyi tekerlekli sandalye sahibi yapan derneğin en büyük projesi ise "Leonardo Da Vinci Hareketlilik Projesi." Bu proje ile engellilerin istihdamında; korumalı işyerleri statüleri ve mesleki eğitim süreçlerinin AB boyutunda incelenmesi amaçlanıyor. Projenin Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı'nın desteği ve Avrupa Komisyonu'ndan sağlanan hibe ile gerçekleştiğini belirten Engin Parlak, bu proje ile 5 farklı ülkede bulunan korumalı işyerlerinin Türkiye'den giden guruplar tarafından ziyaret edildiğini ve o ülkelerde engellilere yönelik çalışmaların işleyişinin nasıl olduğunun gözlemlenip not edildiğini ve gözlemler ışığında rapor hazırlanıp yaptırımda bulunulduğunu belirtti. Aynı şekilde o ülkelerden gözlemler yapmak amaçlı gurupların geldiğini belirten Parlak, bu grupların buradaki fabrikaları gezip incelediklerini aktardı. Bu proje kapsamında birçok Avrupa ülkesine giden Parlak, Avrupa'da yaşayan engellilerin şartlarının çok iyi olduğunu gözlemlediğini söyledi. Türkiye'de çoğu engelli vatandaşa gerekli yardım ve desteğin sağlanmadığını ve birçok yerde önlerinde engeller bulunduğunu belirten Parlak, "Banka ve postane gibi yerlerde engelli vatandaşlarımız için ayrılan özel bölgeler olmasına rağmen hala sıra bekliyorlar. Engellilere sağlanan haklar yalnızca yazı üzerinde görülüyor, işleyişte ne yazık ki göremiyoruz. Bunun yanı sıra yolda yaya geçidinde engelli butonuna basıldığında araçların durmaması gibi sorunlarda halkın ilgisizliğidir. Engelli bireyler birçok sorunla karşılaşıyorlar. Biz dernek olarak onların sorunlarına çözüm bulmaktayız. Halkımızdan beklentimiz ise engellileri sadece onlara ayrılan özel günlerde değil her zaman hatırlamaları" şeklinde konuştu. Dernek Başkanı Engin Parlak, görme engelliler için üretilen navigasyon cihazlarının sürekli değişen büyükşehirlerde kullanımının zor olduğunu belirterek, engellilerin karşılaştıkları sorunlar konusunda herkesi duyarlı olmaya davet etti.

ANKARA (Gazete Gazi) - 09.12.2014 - Betül SAÇAL

  • 10805764_857857000931331_1876134126221407426_n.jpg

Ankara’yı çiçeklendiren kadınlar


Ankara’yı çiçeklendiren kadınlar

Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen sera ve çiçeklendirme çalışmaları kapsamında Ankara’nın çeşitli bölgelerinde çiçek ekimi yapan kadın işçiler ile konuştuk.
 
Çankaya Belediyesi’nde yıllardır farklı alanlarda kendini gösteren kadın işçiler, son üç yıldır sera ve çiçek ekimi işinde varlığını sürdürüyor. Belediyeye bağlı şirketin kontrolü altında çalışan kadın işçiler, aralıksız olarak serada üretim ve çiçek ekimi yapıyor.

Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü şehrin birçok bölgesinde çiçek ekimi çalışmaları gerçekleştiriyor. Bu çalışmaların büyük bir kısmı serada çiçek üretimi ve bu çiçeklerin ekimi şeklinde gerçekleşiyor. Bu aşamalarda ise erkek işçilere nazaran kadın işçiler daha fazla yer alıyor. Erkek işçilerin yaptığı birçok ağır işi yapabilen kadın işçiler, bazı zamanlar bu ağır işleri yaparken zorlandıklarını, buna rağmen mesleklerini sevdiklerini belirttiler.
Çankaya Belediyesi'ne hizmet alım ihalesiyle bağlı anonim bir şirketin çalışanları olan kadın işçiler, Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün belirlediği alanlarda çiçek ekimi çalışmaları gerçekleştiriyorlar. İşin arka planında serada çiçek üretimi var ve bu üretim aşamasında yine ağırlıklı olarak kadın işçiler yer alıyor. Kadın işçiler aralıksız olarak hemen her gün çiçek üretimi ve ekimi yapıyor. Ekim yapma işinde sayı olarak erkek işçilerin daha fazla olmasına rağmen kadın işçilerin alan çalışmasına daha fazla dahil olmaları söz konusu. Çiçek ekimi işi ile uğraşan kadın işçiler mesleklerinden memnun olduklarını, bazen ağır şartlarda da olsa bu işi sevdiklerini belirttiler. Günün sonunda tüm üretim ve ekim işinin ardından yorulduklarını ve evlerine vakit ayıramadıklarını belirten kadın emekçiler, çalışan bir kadın olmanın güzel ama bir o kadar da zor olduğunu dile getirdiler.

Betül SAÇAL

Diş hekimliğinden psikolojik danışmanlığa

Diş hekimliğinden psikolojik danışmanlığa

Üniversiteler arası yatay geçişte değişiklik yapılmasıyla 2014 Lisans Yerleştirme Sınavı başvurularının bitimine üç gün kala YÖK, tüm öğrencileri uyarmış, "Yatay geçiş imkânı var. Tüm sınavlara girin" diye açıklamada bulunmuştu. Elif Gök, bu imkandan faydalanan öğrencilerden birisi olarak bu süreci anlattı.

Elif Gök, Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde bir sene okuduktan sonra tam okulu bırakma kararı almışken, merkezi yerleştirme puanıyla başka bir bölüme yatay geçiş yapabileceğini öğrendi ve zor bir sürecin ardından istediği bölüm olan Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümüne geçiş yaptı. Gök, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü'nde okuyor.

Diş hekimliğini tercih etmesinin belli bir sebebi olmadığını belirten Elif Gök, lisenin başından sonuna kadar sayısal okuduğunu ve ders durumunun bulunduğu her ortamda ortalamanın üstünde olduğunu bu yüzden çevresi tarafından sayısal bir bölüm okuma konusunda teşvik edildiğini dile getirdi. Gök, "Sayısal bir bölüm okumam bekleniyordu fakat sınava iki ay kala sayısal bir bölüm seçmek istemediğimi fark ettim. Eşit ağırlığa hazırlanmak istedim ama gerek ailem olsun gerek okuldan öğretmen çevrem olsun bu konuda bana pek destek olmadılar. Ben de onların dediğine uyup o kadar emek verdiğim sayısaldan devam ettim. Lisans Yerleştirme Sınavlarına girdim. Sonuç olarak 13 bin sayısal sıralamam vardı, o aralıkta gidebileceğim en mantıklı bölüm diş hekimliğiydi. Tercih listeme bölümü hiç istemesem de sadece diş hekimliği bölümlerini yazdım. Ailem özellikle annem çok daha fazla istekliydi, ben de sınav döneminden yeni çıkmıştım ve ikinci kere aynı dönemi yaşamamak için herhangi bir bölüme yerleşmek istedim" dedi.
Diş hekimliğinin ağır bir bölüm olduğunu söyleyen Elif Gök,şöyle devam etti:
"Benim açımdan ağır bir bölüm Diş hekimliği, yalnız ben bunu sadece benim çok zamanımı aldığından yola çıkarak söyleyebilirim. Orada okuduğum süre boyunca derslere hiçbir zaman adapte olamadım çünkü. Pratik dersler aldığınız bir bölüm, çoğu ödevi yardım almaksızın tamamlayamıyordum, el işlerinde hiç iyi değilimdir. Bu başarısızlık beni psikolojik açıdan bunalıma götürecek raddeye gelmişti. Bütün bunların yanında işinizi sürdürürken içinde bulunduğunuz çevre çok önem kazanıyor, ben o çevreye de uyum sağlayamamıştım. Asistanlar, ast üst ilişkileri, bir şekilde bana göre değildi. Okul bittiğinde okulu bırakma kararı almıştım zaten, merkezi yerleştirme puanıyla yatay geçişten de kanunun çıktığı ilk gün haberim oldu. Yavaş yavaş her üniversitenin internet sayfasında bu konuyla alakalı gereken belgeler, başvuru tarihleri falan yayınlanmaya başladı. Ben de bu konularla ilgili sürekli araştırma içerisindeydim." 

Yatay geçiş değişti

Bölümler arası yatay geçişin sık sık normal yatay geçişle karıştırıldığını belirten Gök, "Bizim başvurularımız normal yatay geçişten sonra, ağustosun sonuna doğru yapıldı. Gerekli belgeleri; transkript, öğrenci belgesi, başvuru dilekçesi, ders içerikleri falan üniversitelere bizzat getirip verdim. Başvurular ancak 15 Eylül'de açıklandı. Hemen 16 Eylül'de gelip okul kaydımı yaptırdım. Yalnız yatay geçişin her aşamasını bizzat kendin takip edip tek tek uğraşarak yapıyorsun çünkü bir üniversitenin prosedürünü diğeri bilmiyor, hatta kendi içinde birimlerin birbirinden haberi yok, epey zahmetli bir iş olduğunu söyleyebilirim" dedi.
Psikolojik Danışma ve Rehberlğin istediği bir bölüm olduğunu ve geçişten sonra çok zorlanmadığını söyleyen Elif Gök, "Pdr, sanırım sözel bir bölüm olduğu için burada okuyan insanlar çok daha samimi" diyerek sözel bölümlerde okuyanların daha sıcak insanlar olduklarını belirtti. Lisans Yerleştirme Sınavın'da tüm sınavlara girmesinin büyük bir etkisi olduğunu dile getiren Gök, "Geçen seneki puanımı kullanarak bir sene kaybetmeden istediğim bölümde okuyabiliyorum. Şimdiki bölümümden memnunum. Sözelci bir öğrenci miyim, bilmiyorum ama sözel alanlara daha çok ilgimin olduğu kesin. Girdiğim tüm derslerden her ne kadar henüz bölüm dersleri almasam da zevk alıyorum. Geçen seneye göre çok daha farklı şeyler öğrendiğimin farkındayım, bu da hoşuma gidiyor" dedi.
Gök, öğrenciler arasında sayısalcı ve sözelci ayrımı yapılması ile ilgili olarak şunları söyledi:
"Açıkçası ben neyi, nasıl öğrenebilirim diye yaklaşmayı sayısal sözel ayrımından daha çok seviyorum. Geçen sene diş anatomisi öğreniyordum, ağzımı açıp ayna karşısında dişlerimi izliyordum. Bu sene psikoloji kuramlarını öğreniyorum, kitap başında bir şeyler okuyarak çalışıyorum. Sadece gerçekten ilgilendiğin bir alanda çalışıyorsan durumu içselleştirebiliyorsun, bence fark burada. Yalnız mesela biz de psikolojik danışman adayları olarak bir diş hekimi adayının yapabildiği gibi doğrudan vaka çalışmalarında bulunabilseydik daha güzel olabilirdi belki. Şimdilik sadece okuduğumuz kuramları çevremizde gözlemlemeye çalışıyoruz."
Elif Gök, hem sayısal hem sözel bölümde bulunmuş biri olarak gösterebileceği en önemli farkın sınıf arkadaşlarının profili olduğunu belirtti. Gök, "Diş hekimliğinde insanlar biraz daha hayatlarının merkezine okulu, dersleri koymak durumunda kalıyorlar, bu da onların modlarının düşmesine, aralarındaki ilişkilerin zaman zaman gerilmesine yol açabiliyor. Pdr öğrencilerine bakınca ise daha neşeli, daha sakin bir topluluk görüyorum" şeklinde konuştu.

Haber:
Betül SAÇAL

Burcu Demet Roportaji

‘Okuduğu romanı beğenmedi yazar oldu’

Okuduğu fantastik bir romanda kadın karakterin çok zayıf ve iradesiz anlatılmasına öfkelenip, kendi güçlü kadın karakteri etrafında bir kurgu başlatan ve o andan itibaren yazmaya başlayan Burcu Demet, raflarda yerini alan yeni kitabı Sahra ile edebiyatseverler ve özellikle forum yazarlarından büyük beğeni topladı. Sahra Kitabını yakın zamanda hayatını kaybeden forum sitesinden arkadaşı ve bu kitabı oluşturma fikrinde en büyük destekçilerinden biri olan Özge Sever’e ithaf eden Burcu Demet, Gazete Gazi’nin sorularını yanıtladı.


Burcu Demet çıkardığı Sahra adlı kitabı ile edebiyat severlerin beğenisini topladı. Esasen işyeri hekimi olan Burcu Demet, yazmaya 2009 yılında başladığını ve sık sık birçok forum sitesinde yazdığını belirtti ve “Şu anda işyeri hekimi olarak çalışıyorum. Uzun bir süre acil servis hekimliği yaptıktan sonra nöbet tutmaya daha fazla dayanamayacağıma karar vererek 3 yıl önce İş yeri hekimliği sertifikamı aldım ve şu anda yaptığım işi çok seviyorum” dedi.

Yazmaya nasıl başladığı konusunda Burcu Demet şunları söyledi; “Yazmaya 2009 yılında bir fantastik roman ile başladım. O dönem okuduğum bir romanda kadın karakterin çok zayıf ve iradesiz gösterilmesine öfkelenip kendi güçlü kadın karakterim etrafında bir kurgu başlatmıştım. Hala devam eden zaman zaman yazdığım bir roman olarak kenarda duruyor.  İlk başta taslak olarak başladığım romanı yine bir forum sitesinde tesadüfen karşılaştığım, paylaşımda bulunan ve hala görüşmeye devam etiğim çok sevdiğim bir arkadaşımın cesaret vermesi ile internette yayınlamaya başlamıştım ve o günden bu yana yazıyorum” Burcu Demetin daha önce yazılarını yayınladığı forum siteleri arasında. “Dizi film”, “bizim hikâyelerimiz”, “hayal mahsulleri”, “artizan kafe” , “dizinin dibi gibi isimler yer alıyor. Burada birçok edebiyat ever ile iletişime geçtiğini ve bilgi paylaşımında bulunduğunu belirtti. Bu forum siteleriyle devamlılığı hakkında Demet, “Hayal mahsulleri adlı forum sitesinde yazımı devam eden romanım var ancak ona uzun süreli bir ara vermiştim. Çok sevdiğim yazarların ve dostlarımın olduğu, gönül bağım olan bir paylaşım ortamı. Oradan kopamıyorum açıkçası. Aynı romanıma Facebook’da Rengârenk hikâyeler isimli sayfada da devam ediyorum” dedi.
Burcu Demet, kitapçılarda yerini alan yeni kitabı Sahra hakkında şunları söyledi; “Sahra 2009 yılı sonlarında yazmaya başladığım ve 2010 yılında bitirdiğim bir roman. Hatta tam tarih vermek gerekirse 14.09.2009, 06:57 tarih ve saatinde tanıtımlarını paylaşmaya başlamışım ve 22.06.2010, 18:30 tarih ve saatinde son bölümümü eklemişim. Anlatması o kadar zor ki… Aslında merkezde hapsedilmiş, baskı altına alınmış bir kadın vardı. Ana fikir “ Sevmek bile öğrenilebilir bir kavramdır “ cümlesiydi. Konu itibariyle polisiye ve casusluk öğeleri barındırsa da aslında Sahra baskı altındaki herhangi bir kadındı. Ana konunun dışına çıkıp karakterin özüne girdiğinizde asında onun yaşadıklarının toplum baskısından çok da farklı olmadığını görebilirsiniz. Bizler içinde yaşadığımız toplumun bize adapte ettikleri çerçevesinde yaşıyor, seviyor ve ölüyoruz.  Beklentilerimizi, isteklerimizi belirleyen bunlar. Bizim için çok doğal olan severek evlenme kavramı, başka bir topumda akla bile gelmeyen bir ihtimal olabiliyor”
Bu kitabı nasıl yazmaya karar verdiği konusunda Ana konuyu belirledikten sonra bunu hangi hikâye ve karakterlerle anlatacağıma karar vermeliydim diyor Burcu Demet, bunun aslında bir intikam hikayesi içinde ve bütün Türk filmi klişelerini barından bir şey olmasına karar verdiğini ancak mantığının buna engel olduğunu açıklıyor ve ekliyor, “Çünkü birçok kavramı bugün ki teknoloji ile açıklayamıyordum. Örneğin, ortadan kaybolan ve yıllar sonra dönen kadın modeli çok saçmaydı. Bugünün teknolojisinde bunun mümkün olmadığı o kadar açık ki. Türlü imkânlara sahip, toplumun maddi ve soysa olanaklar olarak en üst seviyede yaşayan insanlarını ele alıyorsunuz ve onlar gencecik bir kızın yerini bulduramıyorlar. İmkânsız.  Böyle böyle her şeyi bir mantığa oturtmaya çalışırken kurgu yerine oturdu ve başında planladığımdan çok farklı bir noktaya geldi” 
Eserini oluştururken ona ilham veren en büyük etkenin içinde yaşadığımız toplum olduğunu belirten Burcu Demet, İlham gelmesi için gereken bir ortam bir müzik olmazsa olmaz mıdır yazarken sorusuna, “Her zaman değil. Hatta genelde ses olmamalı. Yazmadan önce o bölümün ritmine uyan bir şeyler dinlemek beni mutlu etse de yazarken asla müzik olmamalı” yanıtını veriyor.  İdol olarak kendisine yakın bulduğu yazarları Amin Maalouf, Paulo Coelho, Victor Hugo, Umberto Eco gibi isimleri sıralayan Burcu Demet, bundan sonraki yazarlık yaşamıyla ilgili bir planı olmadığını belirtti. Demet,” Postiga Yayınevi gibi ilkeli bir yayıneviyle görüşmeye başlamamış olsaydım belki Sahra’nın kitap olması konusunda bile kararsız olacaktım. Ben sadece yazıyorum, okuyanlar beğenmeye devam ettiği sürece de yazmaya devam edeceğim.” dedi.

Burcu Demet, Türkiye'de genç yazarların durumunu hakkında ise şunları söyledi; “Bakmayı bilirsen, içinde bir güzellik bulmaman imkânsız. Sadece aşırı argodan hoşlanmıyorum ve ne yazık ki argo kullanımı gittikçe artıyor. Onun dışında her geçen gün yeni çıkanlar rafındaki kitap sayısının artıyor olması bence memnuniyet verici. Her şeyden önce bu talebin olduğunu gösterir. Talep varsa ve gittikçe artıyorsa okuma da artıyordu” 

Haber:Betül SAÇAL