18 Eylül 2015 Cuma

Lecture by Steve Mccury
15.09.2015
Cermodern Sanat Merkezi
Ankara

Güzel bir atmosfer. Beyaz sandalyeler. Sarı sarkıt aydınlatmalar. Kocaman bir ekran. Ekranın bir yanında üç kişilik oturma yerleri, diğer yanında o meşhur ‘Afgan Kızı’ portresi. Beyaz sandalyeler aydın görünümlü karanlık insanlarla dolu. Klasik bir durum, gelen herkes beş kişilik yer ayırmış. Kalabalık sabırsız. Her neyse Steve Mccury geldi. Geldiği gibi mobil cihazı ile kalabalığın fotoğrafını çekti.
Söyleşi programında seyircilerden önce belli kalıplaşmış sorular soruldu. Bu soruları kim hazırladı bilmiyorum ama aşırı klişe sorulardı bunu belirtmeden edemeyeceğim. Her neyse işte hiçbir mecmuada okuyamayacağınız Mccury’nin cevapları…

-Profesyonel fotoğrafçılığa nasıl başladınız temalı bir soru soruluyor ilk olarak
Mccury- “Önceleri filmci olmak istiyordum. Okulda fotoğrafçılık dersleri aldım. Fotoğraf çekmenin bir şeyler yazmadan çok şey anlatmakta ve tüm güzellikleri ortaya çıkarmakta önemi olduğunu fark ettim. 19 yaşında Avrupa’da yaşadığım zamanlarda profesyonelliğe adım attım.  Fotoğrafçı olmaya karar verdiğim ilk fotoğrafımı üniversite öğrencisiyken Mexico City’de çekmiştim. Evsiz bir adamı fotoğrafladığımda gerçekliği yansıtabilmenin önemini anladım. Ve bu beni teşvik etti. Fotoğrafçılık pratikleştikçe daha iyi hale gelir. Daha fazla deneyim ve daha çok görmek insanı geliştirir” 

-İdol olarak gördüğünüz bir fotoğrafçı var mı?
Mccury- “ Fransız  Matthieu Ricard ve Türk Ara Güler’i ilham verici ve şiirsel anlatıma sahip buluyorum”

-Fotoğrafladığı yerlerde gerçekleşen olaylara ve karşılaştığı insanlara karşı tutumu soruluyor
Mccury- “Olaylardan etkileniyorum. Pakistan, Irak ve İran’da olanlar sıra dışı şeyler ve bunlara şahit olmak çok kötü aslında. Eğer bir insanın hayatı kurtarılacaksa onu fotoğraflamak yerine hayatını kurtarmayı tercih ederim. Ama genellikle izlemektense çekerim. Tanıştığınızda sizi etkileyen bir olay var, bu bir kimya, bir birliktelik, insanlarla tanıştığım ve onların fotoğraflarını çektiğim zaman onları anlayabiliyorum.  Onlara dokunmak onları anlamamı sağlıyor.

-Meşhur ‘Afgan Kızı’ portresine geliyor konu
Mccury- “Yüzündeki acıyı anlatan bir kir vardı, geleceğe dair bir karamsarlık ifadesine sahipti. Yüzü güzel ve çarpıcı olsa dahi, hikayesini merak ettiriyordu. Afgan kızını 7 yıl sonra ikinci kez görmeye gittiğimde onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. O ölmüş olabilirdi. Üstelik nerede yaşadığını bilmiyordum. Ama sonuçta onu buldum”

-İşinin sırrını anlatması ve etkilendiği unsurlara değiniliyor
Mccury- “Sanırım benim işimin sırrı, bu muhteşem dünyada kameramla birlikte keşfe çıkmak, keşfetmeyi sevmek. Gittiğim yerleri genellikle filmler ve kitaplardan öğreniyorum. Mekanları hayal edip öyle gidiyorum. Bizzat görüp tanıyıp keşfediyorum. Bir yerde ne kadar kalırsan o kadar tanırsın orayı. Ben genellikle minimum 1 hafta kalıyorum. Bir kültürü anlamaya yardımcı etmenleri keşfetmeye yeter. Eğer kültürü ve değerleri anlamak, özümsemek istiyorsak zaman konusunda bir sınırlama koymamalı ve adapte olmaya çalışmalıyız”

-Çerçeveyi planlarken mi yoksa yanıtlarken mi buluyorsun Steve?
Mccury- “ Spontan gelişiyor, nüme ne gelirse manipüle etmeden fotoğraflarım, planalamam hiç. Çünkü insanı en doğal biçimiyle yansıtmam gerekiyor. Bir çok fotoğraf çekince, unutamayacağınız fotoğraflar olduğunu fark edersiniz. En çok empati duyduğunuz fotoğraf sizin için anlamlı kalır. Bazı yerlerde göremediğiniz kareler olabiliyor. Görmek için kendinizi zorlamanın gerekebilir. Yeni şeyler görebilmek için bazen bir yere yeniden gitmeniz bile gerekebilir. Ama esas olan konsantre olmaktır. Fotoğrafa odaklanınca daha iyi görebilirsiniz. Etrafı izlemektense. Bir sokakta birilerini görünce onları fotoğraflamak için ikna etmem gerekiyor. Öncelikle onlara saygıyla yaklaşıyorum. Fotoğrafta olmak istemeyenler oluyor onları zorlamıyorum. Çünkü bu doğallığı bozar. Fotoğrafçılık sabır gerektirir. Riski sevmek lazım”

-Analog'dan dijitale geçiş ve teknik bazı konular açılıyor
Mccury- “Dijitale geçiş zor değildi benim için. Hatta çektiğimiz fotoğrafları hemen görebilmek bir devrimdi. Şu sıralar telefonla çekim yapmayı yeğliyorum. Fotoğraf makinaları günümüzde pek değişiklik yapmıyor, çektiğiniz fotoğrafın göze hitap etmesini istemez misiniz? Telefon bu imkana sahip. Ayrıca kullanımı, taşıması kolay. Gözlem yapmaya imkan veriyor. İnternette bulunan fotoğraf sitelerini bir fotoğraflı mesajlaşma çabası olarak görüyorum. Gerçi milyarlarca fotoğraf görmek beni mutlu ediyor. Renkleri kullanmayı çok seviyorum çünkü dünya renkli. Renk varken onu vurgulamak gerek. Vurgulamam gereken oradaki doğallık. Ben mümkün olduğunca oaradaki olayı en doğal haliyle aktarmalıyım. Bu yüzden elimdeki makinenin teknolojisi de çok önemli değil bazen. Hikayeyi anlatmak önemli”

-Türkiye’ye dair
Mccury- “Türkiye coğrafi ve kültürel olarak fotoğraflanmak için çok zengin, keşfedilecek şeyler fazla. Pek çok etnik gruba sahip ve önemli tarihi bir yapısı mevcut. Türkiye’de bulunan fotoğrafçıların fotoğraflaması gereken çok şey var”

Çevirmenlerin aktardığı ve benim çevirebildiğim kadarıyla Steve Mccury söyleşisinden aldığım notlar bu kadardı.

Okuduğunuz için teşekkürler. 

14 Mayıs 2015 Perşembe

Müzisyen Allen Hulsey ile röportaj

Hulsey: “Müzik tüm sorunların gıdasıdır”
Amerikalı müzisyen Allen Hulsey son zamanlarda televizyon ekranlarında karşımıza çıkıyor. Hulsey, ‘Elin Oğlu’ isimli programda ve çeşitli reklamlarda müzisyen kimliğiyle sergilediği performans ile adını duyurdu. 7 yaşındayken piyano ve viyolonsele başlayan ve 13 yaşından sonra elinden gitarı bırakmadığını belirten Hulsey, “Müzik ruhsal ve maddesel olan tüm sorunların gıdasıdır” diyor.
Babasının görevi yüzünden çocukluğunun bir kısmını Ankara ve Konya'da geçiren Hulsey, bir süredir İstanbul'da yaşıyor. Türkiye'de doğan Hulsey, Almanya'ya taşındıktan sonra oradaki yatılı okul günlerinde gitara ve müziğe başlamış, 2012 yılına kadar Türkiye dışında çeşitli gruplarla çalmış, kendi grubuyla şarkılarını söylemiş. New York'un önemli etkinlik alanlarında konserler vermiş. Tatil için İstanbul’a geldiğinde Türkiye macerası yeniden başlamış. "Türkiye’ye taşınmayı planlamıyordum ama kalmamın sebebi burada tanıştığım güzel Türk insanları" diyen Allen Hulsey, Türkçe şarkılar da yazmaya, söylemeye başlayınca İstanbul'da pek çok sahnede yer almış.
Allen Hulsey, çocuk pedagojisi ile ilgili eğitimler almış ve çocuklara müzik eğitimi veren çeşitli çalışmaları var. Hulsey “Gurme Gitar” konseptini hayata geçirmiş. Yemek ve müzik kültürünü bir arada harmanlayarak keyifli ve özgün etkinlikler yapıyor. Müzik ziyafeti ile damak zevkini birleştiren “Gurme Gitar” etkinlikleri, New York'ta başlamış ve Amerikan futbolcularından, hokey oyuncularına, tasarımcılardan film prodüktörlerine, sanatçılardan belgeselcilere, borsacılardan müzisyenlere, avukatlardan çocuk eğitim kurumlarına gitmiş. Allen, her organizasyona özel olarak hazırladığı gurme menülerin ardından tatlıyla birlikte akustik gitar performansını servis ediyor ve gelenlere özel bir konser ziyafeti çekiyor. Ankara, İstanbul, Konya, İzmir, Antalya, Adana, Mersin, Trabzon, Samsun, Sivas, Kahramanmaraş, Ermenek, Tavşançalı, Bursa, Eskişehir, Kayseri, Cihanbeyli, Afyon, Kütahya, Aydın, Çorum, Aksaray, Bodrum, Giresun, Rize, Karaman, Isparta ve Uşakta unutamadığı anıları olduğunu söyleyen Hulsey, “Bir dönemim Ankara’da geçti. Ankara çok güzel bir şehir, yemekleri de güzel ve tabii misket havası” dedi. Türk müzikleri hakkında ise şunları söyledi Hulsey:
“Türk Musikisini dinlemeyi çok severim, bende hem kanun var hem perdesiz gitar hem de uzun sap bağlama var. Asıl olarak İlahiler ve ruhsal müzikleri severim ama müziğin her türü berekettir. Ne müzik tarzları ne de insanları ayırmayı severim her tarzdan ilham alırım. Bence bütün insanlar müzisyen ama henüz farkında değiller tıpkı kuşlar gibi.”
 Özellikle sevdiği müzik türünün blues olduğunu belirten Hulsey, müziğin aşırı maddi bir karşılık görmesinin müziğin ruhunu öldürebileceğini ifade etti. Hulsey, “Para ancak ortadaki değerleri artırır. Parayı bulup da ego yapan özgüvensiz insanlar çok olduğu için sonradan görüp kendini bir şey sanıyorlar. Sanat ruhtan para ticaretten ayrılamaz unsurlar, ikisi ayrı şeyler ama bazen aynı yolda yürüyorlar. Son dönemlerde bazı televizyon programlarında ve reklamlarda karşımıza çıkan Allen Hulsey, insanların kendisini sevdiğini belirtti. Sokakta Hulsey’i görenlerin kendisine samimi yaklaştığını belirtti. İleride yapacağı çalışmalar ve projeler hakkında Hulsey, “Kanserli çocuklarla olan proje gelişiyor ve şuan ÇOKSEV Derneğiyle çalışmalar yapıyorum. Onun dışında benim Gurme Gitar adlı kendi televizyon programı tasarımım var belki onu gerçekleştirebilirim ileride. Ve elimde 5 tane Türkçe bestenin kaydı hazır bekliyor yakında bu bestelerle ilgili çalışmalara başlayacağım” şeklinde konuştu.
ANKARA (Gazete Gazi) - 20.04.2015 - Betül SAÇAL

  • allen.jpg
  • elin-oglu-allen-hulsey-300x263.jpg

Tıp eğitimi ile TUS arasında kalan öğrenciler

Tıp eğitimi ile TUS arasında kalan öğrenciler
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi ve Türk Tıp Öğrencileri Birliği'nde Tıp Eğitimi Ulusal Direktörü olan Enes Akdan, Tıpta Uzmanlık Sınavı'nda meydana gelen değişiklik hakkında bilgi verdi. Bu değişikliğin deneme amaçlı olduğunu ve ilerleyen zamanlarda sistemin başarılı olması halinde tamamen açık uçlu sınav sistemine geçilebileceğini belirtti. Açık uçlu soru sistemi Nisan 2015’te gerçekleşecek olan TUS’da 20 sorunun klasik sorulmasıyla uygulanacak.
Tıpta uzmanlık sınavında (TUS) meydana gelen değişiklik sonucu bir tıp öğrencisi olarak görüşlerini dile getiren Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi ve Türk Tıp Öğrencileri Birliği'nde Tıp Eğitimi Ulusal Direktörü olan Enes Akdan, genel olarak tıp fakültesi öğrencilerinin sınav sistemindeki değişikliğe karşı ilk tepkilerinin objektif olarak değerlendirilmeme korkusu olduğunu söyledi. Akdan, “Tıp öğrencileri genel olarak yazılarının sınavları değerlendiren kişiler tarafından nasıl okunacağı kuşkusu içerisindeler. Objektif olarak ölçülmeyeceklerini düşünüyorlar” dedi.
Tıp fakültesi mezunlarının uzmanlık eğitimi için gereken branş seçme sınavı olan Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı ya da Tıpta Uzmanlık Sınavı, her yıl Eylül ve Nisan aylarında olmak üzere iki kez yapılıyor. 2013 sonbahar TUS'unda 6 soruya yönelik şikâyet ve bu şikâyetlerin kabul edilmesi üzerine yazılı sınav sistemine geçme durumu gündeme geldi ve 2015 Nisan sınavından itibaren yazılı yani açık uçlu soruların olduğu bir sınav sistemine geçildi. Akdan, bu sistemin artıları olduğu kadar eksileri de olduğunu söyledi. Akdan, “Sistem bilgi ölçen bir sistem olacak ve sadece bilen kişiler sınavda daha başarılı olacak. Objektif değerlendirilmeme ve sınav kurulunun ölçme kriterlerinin zorluğu öğrencileri tedirgin etti. Açık uçlu sorular pratik bilgi ölçer bana göre daha avantajlı. Test tekniğinde bilmeyenlerin atıp doğru yanıtı bulma gibi bir durumları var. Ama açık uçlu soru direkt olarak bilgi ölçüyor” dedi. Sistemde gerçekleşen değişiklik ilk açıklandıktan sonra tıp öğrencilerinin duruma tepki gösterdiklerini söyleyen Akdan, “Tıp öğrencileri direkt olarak olaya olumsuz yaklaştılar. Türk Tabipler Birliği’nin bu konuda daha fazla aktif olması gerekirdi. 14 Mart Tıbbiyeliler Derneği bu süreçte kampanyalar başlattı, bildiriler yayınladı, ÖSYM'den randevu istediler. Türk Tabipler Birliği’nin yapması gereken çoğu girişimi 14 Mart Tıbbiyeliler Derneği üstlendi. ÖSYM’nin TÜBİTAK’ın konu hakkında daha aydınlatıcı bilgi vermesi gerekiyor. Tüm süreç boyunca, öğrencilerin de görüşlerinin alınması gerekir” diye konuştu. Türkiye’de tıp eğitimi ile TUS arasında bir kopukluk olduğunu savunan Akdan, şöyle konuştu:
 “Türkiye’de verilen tıp eğitiminin amacı pratisyen hekim yetiştirmek, TUS’a hazırlamak değil. Genelde üniversiteler kendi başarılarını TUS kazandırma oranıyla ölçüyorlar. Bundan dolayı verilen tıp eğitimi daha ayrıntılı oluyor. Örneğin şu anda biz her üç kişiden birinde görülen bir hastalığı öğrenmemiz gerekirken, milyonda bir görülen hastalıkları öğreniyoruz. Bu bizim pratikte işimize yaramayacak. Bunun amacı bizi TUS’a hazırlamak. Verilen tıp eğitimi ağır ve TUS’a yönelik. 4-5-6. sınıflarda sözlü sınavlarımız var. Teori pratik ve sözlü Ve bu sınavlarda hocaların kriterleri çok farklı. Sözlü sınavlarda küçük bir hatamızda hocalar o dersten bırakabiliyorken bazı hocalarda birçok yanlışa rağmen yüksek not verebiliyor.” 
Tıp Eğitimi Ulusal Çalışma Kolu
Türk Tıp Öğrencileri Birliği Tıp Eğitimi Ulusal Çalışma Kolu'nun yaptığı çalışmalardan da bahseden Enes Akdan, şunları söyledi:


“Türkiye’deki en büyük tıp öğrenci kulübü aynı zamanda uluslar arası bir yere sahip. Genel olarak tıp öğrencilerinin tıp eğitimi konusunda, kendi eğitimlerini kendileri inşa etmeleri konusunda neler yapılabileceğini konuştuğumuz, fikir alışverişinde bulunduğumuz bir topluluk. Tıp öğrencilerinin fikri ve görüşü alınmadan bir sistem getirilmesi tıp eğitim sistemini baştan çökertir. Ve sonuçta bu eğitim alan kişiler bizleriz ve tıp alanında geleceğin parlak olması için bizim de fikirlerimizin alınması gerekiyor. Bu amaçla kurulmuş bir topluluk. Tıp öğrencilerinin görüşlerini, fikirlerini bildirilerle yayınlıyoruz. Amaç sağlıklı bir tıp eğitimi ve tıp iletişimi sağlamak. Karşılaşılan sorunları en kısa sürede çözmek.” 
ANKARA (GAZETE GAZİ) - 25.03.2015 - Betül SAÇAL
Rock müziğe Sırmalı yorumu
Gitarist Deniz Sayman’ın Oğuz Sırmalı’dan şan dersleri almaya başlaması ile başladı Sırmalı’nın hikâyesi ve 2011 yılının Haziran ayında grubun temelleri atıldı. “Gençlik Rüyası” adlı ilk albümleri 2013 yılının Mayıs ayında piyasa sürüldü. Sırmalı, 2015 yılı ortalarında yayınlamak üzere bir single hazırlıyor.
Sırmalı grubu dört kişiden oluşuyor. Solist Oğuz Sırmalı ve gitarist Deniz Sayman grubun kurucu isimleri. Grup üyeleri başka alanlarda çalışan insanlar. Grubun solisti Oğuz Sırmalı, aynı zamanda Ankara Devlet ve Operası kadrolu sanatçısı. İki farklı alanda çalışmanın kendilerini motive ve mutlu ettiğini belirten Sırmalı, önceliklerinin grup olduğunu söyledi. 2012 yılından beri grup üyesi olan Erman(bas) ve Serkan’ın (davul) 2015 yılının ilk haftası gruptan ayrılması üzerine grup, yoluna yakın dostları Ozan Kandilci (Bas) ve Faruk Şenel (Davul) ile devam etmeye başladı.
Sırmalı grubunun “Gençlik Rüyası” adlı ilk albümleri 2013 yılının Mayıs ayında piyasa sürüldü. Albümden yayınlanan ilk video klip “Ah Bir Ataş Ver”’in çekimleri Türkiye’de ilk defa Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'ndan alınan özel izin ile Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki TCG Gür Denizaltısı, TCG Salihreis Firkateyni ve Cerbe Denizaltı anıtında yapıldı. Klip Dumlupınar Denizaltısı şehitlerine ithaf edildi. Grubun solisti Oğuz Sırmalı, Türkiye'de Rock müzik ve Sırmalı'nın yeri hakkında şunları söyledi:
"Ülkemizde bizim tarzımızda müzik yapan neredeyse hiç grup yok. Türkiye’de şöyle bir açık var; rock yapan grupların çoğu ya pop rock yapıyor ya da heavy metal yapıyor. Bizim müziğimiz bu ikisinin arası olduğu için tekiz. Müzik sektöründe çok ciddi bir yerimiz yok açıkçası. Zaten Rock müziğin ülkemizdeki müzik sektöründe kapladığı oran belli bir oranda pek fazla değil. Ama ilk klibimizle ve ikinci klibimizle bir şekilde basında yer aldık. Özellikle ilk klibimiz çok ses getirdi. Ah Bir Ateş Ver şarkısına çektiğimiz klip Dumlupınar şehitleri anısına ithaf edilen bir çalışma oldu. Ve çok ses getirdi bir anda. Bir nevi gerilla taktiği uyguladık. Sektör bizi içine almadı. Biz sektörün içine girebilmek için elimizden geleni yaptık."
2013 yılının Mayıs ayında piyasaya sürülen ilk albümleri Gençlik Rüyası hakkında konuşan Oğuz Sırmalı, albümün ortaya çıkış aşaması ile ilgili "Albümde yer alan coverlar opera camiası için değil ama rock camiası için iddialı çünkü bu coverları opera temsillerinde bizim albümde yer alan ‘Yalgızam’ ‘O Sole Mio’ gibi şarkıları birçok opera sanatçısı çok kez seslendirmiştir. Rock müzikle opera tarzını bütünleştirenlerin sayısı fazla değil” dedi. Müzik hayatları boyunca sürekli eleştirilerle karşılaştıklarını belirten Sırmalı, “Devamlı bir eleştiriye maruz kalınıyor bu anlamda, iyi niyetle veya kötü niyetle. Bu süre zarfında eleştiriye karşı etkisiz kalınıyor bir süre sonra. Bir de eleştirinin kimden geldiği çok önemli. Eğer bir oyuncuyu bir seyirci eleştiriyorsa o zaman seyirci gözüyle bakmak lazım duruma. Ama profesyonel bir müzisyenden gelen bir eleştiri daha yaptırımcı bir eleştiri olur bizim için" dedi. Türkiye’de insanlar için müziğin ne ifade ettiği konusunda "İnsanlar farkında değiller ülkemizde her yer her an müzik. Üzüldüğünde bir şarkı dinlersin, hüzünlenirsin. Mutlu olduğunda bir şarkı mırıldanırsın. Müzik her an içimizdedir. Ülkemizdeki müzik kültürünün etkileyiciliğini şöyle bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir gün yabancı bir adam Türkiye’ye geliyor. Ezan sesi duyuyor. Ve çok etkileniyor. Çoğumuz tuttuğu takımı değiştiremezken, bir ses ile din değiştirebiliyor kimileri. Bunu da sağlayan müziğin ruh üzerinde bıraktığı etkidir. Müzik hayatın her alanında var sadece biz onu göremiyoruz ve değerini bilemiyoruz" dedi. Ülkemizde toplum olarak müzik alanında özellikle Rock müzik alanında çok şeyden uzak kalındığını belirten Sırmalı, "Türkiye’de ya pop rock ya da ağır metal yapılıyor. Tam olarak rock yapan yok. Gitar soloları geri planda bırakıldı. Bizim tüm şarkılarımızda gitar soloları yer alıyor" diye konuştu. Yaptıkları coverlarla rock müziği başka müzik türler ile harmanlayan grup, bu coverları konserlerinde birçok rock grubunun seslendirdiğini ancak bunu albüme taşıyan tek isimin kendileri olduğunu açıkladı. İlerleyen zamanlarda bir türküyü rock versiyonuna sokup seslendirebileceklerini söyleyen Sırmalı "Amacımız yaptığımız işten mutlu olmak. Biz mutlu olursak yaptığımız işi de insanlara sevdirebiliriz. Ve insanlar bizi severlerse rock müziği de severler" diye konuştu. Ülkemizde özgün ve özgür bir şekilde Rock müziği yaptıklarını düşünen Sırmalı, "İstediğimiz gibi müzik yapabiliyoruz. Slow parçalarda gitar solosu yer alan pek fazla grup yok ülkemizde. Bu açığı kapatmayı amaçlıyoruz. Özgün kendine has anlamına geliyorsa biz özgünüz ve yine ülkemizde özgün müzik yapan grup sayısı çok değil. Biz özgünüz çünkü solisti tenor olan rock grubu pek yok ülkemizde" şeklinde konuştu.
‘Ankara’da müziğe vakit kalıyor’
Ülkemizde her yıl gerçekleşen rock festivalleri, üniversite şenliklerinde sahne aldıklarını ve gençlerle buluştuklarını belirten Sırmalı, "Ankaralı diğer rock grupları ile iletişim halindeyiz. Hemen hepsi arkadaşımız zaten. Beraber vakit geçiriyoruz fakat sahne imkânsızlıkları nedeniyle beraber konser veremiyoruz. Böyle düşüncelerimiz oldu ama tarz farklılıkları yüzünden gerçekleştiremedik. Onların dinleyici kitlesi bizim dinletici kitlemizle çok farklı. İşte rock müzik tek yönlü değil burada bu ortaya çıkıyor. Bizim yaptığımız müzik daha sade, daha temiz. Sert rock ve gürültülü rock’tan farklı. Ankara’da olmak kimi zaman avantaj kimi zaman da dezavantaj oluyor. Piyasadan uzağız, bu işin kalbi İstanbul’da atıyor. Ankara’da olmak şu açıdan avantajlı, müziğe daha fazla vakit kalıyor. Ankara’daki tüm rock dinleyicileri bizi tanıyor ve hepsi ile iletişim halindeyiz. Piyasa için müzik yapmadığımız için daha özverili çalışmalar ortaya çıkıyor. Ankara’da olmak sorunlara kolay çözüm üretmemizi sağlıyor. Daha alçak gönüllü ve özverili çalışıyoruz" dedi. Günümüz rock dünyasının eskiye oranla daha fazla insana hitap ettiğini söyleyen Sırmalı, "Eskiden rockçılara karşı bir önyargı vardı, günümüzde bu önyargı azaldı. Siyah giyinen, deri ceket giyen, dövmeli gençlere olumsuz bakılırdı. Çünkü eskiden rock müzik ülkemizde gerçek anlamda orijinaldi. Şimdi rock müzik biraz çehre değiştirdi, artık daha çok popülariteye hitap ediyor rock müzik. Bugün bizim yaptığımız müzik 15 sene evvel çoğu kişi tarafından yadırganabilirdi. Şimdi herkesin bildiği Metallica’nın klipleri bile kolay kolay yayınlanmazdı eskiden" diye konuştu.
ANKARA (GAZETE GAZİ) - 16.03.2015 - Betül SAÇAL

  • sYrmalY2.jpg
  • sYrmalY.jpg

Freak T-shirt röportajı

Ankaralı gençleri giydiriyorlar
Freak T-shirt 10 yıldır Ankaralı gençlere hizmet veriyor. Freak T-shirt sahibi Mert Mete, başarılarının sırrının müşterilerle kurdukları iyi niyet üzerine dayalı iletişim olduğunu belirtti. Mete, “Freak T-shirt her tarz insana hitap eden bir mağaza ve bu yüzden standardın dışında bir hizmet veriyoruz” dedi.
Ankaralı gençlerin uzlaştıkları ve mutlu alışveriş yaptıkları Freak T-shirt’te, ağırlıklı olarak Rock ve Rap tarzında T-shirtler yer alıyor. Freak T-shirt’ün Kızılay’da bulunan merkez mağazasından başka Mamak Anatolium Avm ve İstanbul yolu üzerindeki Acity Avm’de bayilikleri bulunuyor.
Kızılay Karanfil Sokak Zafir İş Merkezi’nde bulunan Freak T-shirt, 2005 yılında açıldı. Mağaza ilk açıldığı zamanlarda 2 metrekarelik bir alanda hiz

met veriyordu. Zamanla müşterilerin ve çeşitlerin çoğalmasıyla birlikte daha büyük olan Zafir İş Merkezi'nde hizmet vermeye başladılar. Freak T-shirt’te 10-25 yaş arası gençlere hitap eden rock, metal, rap müzik tarzlarıyla ilgili, yabancı dizilerin, spor takımlarının logolarının bulunduğu T-shirt’ler, ayakkabılar ve aksesuarlar yer alıyor.  Freak T-shirt sahibi Mert Mete, bu mağazayı açma sebebinin o yıllarda Ankara’da bu tarz bir mağazanın olmaması ve bu eksikliği gidermek olduğunu söyledi. Ankara’da Freak T-shirt’e yakın tarzda hizmet veren bir mağaza olmadığını belirten Mete, “Freak T-shirt her tarzdan T-shirt, aksesuar v.b. ürünü barındırdığı için çok çeşitli bir müşterisi var. Örneğin, genelde Rock’çılar ile Rap’çiler iyi anlaşamazlar fakat burası onların uzlaşabildiği bir yer. Alternatifin, çeşidin çok olması ve her kesime hitap ediyor olması müşterilerin kaçınılmaz samimiyetle tercihine sebep oluyor” dedi. Ankaralı gençlerin dışında Türkiye’nin başka illerinden gelen müşterilerinin de ağırlıkta olduğunu söyleyen Mete, “Kahramanmaraş’tan, Afyon’dan gelip toplu alışveriş yapıp giden müşterilerimiz oluyor. Buna ek olarak Ankara dışında bulunan illerdeki bayiliklerimiz dışında Facebook sayfamızdan yapılan siparişler doğrultusunda evlere servisimizde mevcut. Türkiye’de bu kadar çok çeşidi birleştiren tek mağazadır Freak T-shirt” şeklinde konuştu. Ürünlerinin yüzde 30’u kendi imalatları, diğer ürünler ise yurtiçi ve yurtdışında üretilen orijinal, sağlıklı, kaliteli ve garantili markalardan temin edilen ürünler. Freak’te en düşük fiyatlı ürünler bile ömür boyu garantili.
"Garantimiz iyi niyetimiz"


10 yıllık bir hizmet geçmişine sahip olan Freak, hemen her gün, ağırlıklı olarak hafta sonları gençlerle bir araya geliyor. Ankara’da yer alan çeşitli konserlerde sponsorluk da yapan Freak’in tüm şubelerinde yaklaşık 20 kişi çalışıyor. Çalışan-patron iletişimi dışında daha çok arkadaş gibi olduklarını söyleyen işletmeci Mert Mete, “Bizim buradaki çalışma sistemimiz iyi niyet ve güven üzerine dayalı. Biz kurumsallığı koruyup amatör ruhla çalışanlarız, sonuçta gençlerin hevesinin kırılmaması bizim için önemli. Bizim müşterilerimiz alış-veriş yapmasa bile buradan mutlu ayrılıyor. Çünkü Freak T-shirt olarak müşteriyle iletişim açısından standartların ve piyasa şartlarının dışında hizmet veriyoruz” dedi. 
ANKARA (GAZETE GAZİ) - 03.03.2015 - Betül SAÇAL

17 Mart 2015 Salı

Bir çevirmenin kültürler arası yolculuğu

Uğraşına tam anlamıyla gönül vermiş çevirmen, yabancı dilde okuduğu bir yazara ve yaratısına bir kez vurulmaya görsün, ondan sonra o yazarı daha önce başkaları tarafından kaç kez çevrilmiş olursa olsun bir de kendi anlatmak, o çevirmen için tam bir tutkuya dönüşür.

Banu Olcay Pinter 13 yıl süren reklamcılık serüveninden sonra İtalya’ya taşınmasıyla çevirmenliğe başladı. Daha sonra hayatı sürekli seyahat ederek yeni yerler görerek devam etti. Bu zaman zarfında da daha önce de yapmış olduğu çeviri çalışmalarına yenilerini ekledi. En çok tarihi eserleri çevirmeyi sevdiğini belirten Pinter çevirdiği diğer türde eserlerde özellikle İtalyan yazarların karmaşık bir ifade şekli tercih ettiklerini gözlemlediğini belirtti.

Öncelikle kendinizi biraz tanıtabilir misiniz? 
43 yaşındayım. İstanbul'da doğdum ve 38 yaşına kadar orada yaşadım. Daha sonra eşimin işi için İtalya'ya taşındım. Dört yıl orada kaldıktan sonra Shanghai'a geldim. Bir yıldır Çin Halk Cumhuriyeti'nin en kalabalık ve büyük şehirlerinden Shanghai'da yaşıyorum. Türkiye'de bulunduğum zaman zarfında üniversiteden mezun olduktan sonra Reklamcılık yapmaya başladım ve 13 yıl sektörde kalarak çok uluslu dev firmalarla çalıştım. Başka ülkeye taşınma kararıyla birlikte çevirmenliğe başladım. Daha önce de çevirmenlik çalışmalarım olmuştu. Ancak tam zamanlı çevirmenliğe başlamam Türkiye'den ayrılışımla birlikte gerçekleşti.

Çevirmenliğe nasıl ve neden başladınız? 
Üniversitede önce Amerikan Dili ve Edebiyatı daha sonra ise İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduğum için lisanla ilgili olabilecek her şeye kendimi daima yakın hissettim. Ancak yoğun reklamcılık döneminde yabancı lisanımı geliştirmek veya yabancı lisanlarla ilgili çeviri türü çalışmalar yapmak pek mümkün olmasa da 3 yıl kadar hafta sonları olmak üzere özel bir İngilizce kursunda öğretmenlik yaptım. Daha sonra İtalya'ya taşındığımda reklamcılığa veda ederek, önceleri hobi amaçlı internet sitelerinde ve dergilerde çevirmenlik yaptım. Daha sonra Çev-Bir ekibiyle tanışmamın ardından kitap çevirmenliğine başladım ve 2 yılı aşkın süredir kitap çeviriyorum. Bu iki yıl içerisinde İngilizceden Türkçeye ve İtalyancadan Türkçeye olmak üzere toplam 10 kitap çevirisi yaptım. Nedenine gelince, sanırım nedeni, yaptığım işe aşık olmam.

Kitap çevirmenliğinin ülkemizdeki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Ne yazık ki ülkemizde, kitap çevirmenliği de dahil genelde tercümanlık mesleğinin hak ettiği değeri bulamamış olduğunu düşünüyorum. Edebiyat çevirmenliği başta olmak üzere, çevirmenlik birikim, emek ve uzun süreler isteyen büyük bir 'kendini adama' işi. Ve ne yazık ki ne maddi ne de manevi anlamda bu tür bir 'adamışlığın değer karşılığını almak mümkün olmuyor. Ancak bu meslekle ilgilenen çok değerli kişiler sayesinde gün geçtikçe de ilerleme kaydediliyor.

ÇEV-BİR'den bahsedelim biraz. Bu kurumun önemini ve
çalışmalarını biliyoruz lakin bir çevirmenin gözünden nasıl?
Çev-bir bir meslek birliği olarak bazı noktalarda yetersiz kalabilmekle birlikte, bizler gibi neredeyse 'sahipsiz' diyebileceğimiz bir meslek kolunu seçmiş olanlar için büyük bir nimet. Ben arkamda onların desteğini hissetmekten, gerektiğinde başvurabileceğim ya da yardım alabileceğim bir birliğin var olmasından son derece memnunum. Çalışma şeklinin doğası icabı gerek üyelerin gerekse yönetimin çabaları ve yardımları azımsanacak gibi değil. Kısaca birçok çevirmen gibi benim için de Çev-bir'in varlığı çok önemli.

Çevirisini yapmayı sevdiğiniz herhangi bir yazar var mı? 
Ne yazık ki böyle bir ayırım yapacak düzeye henüz gelmiş değilim. Zaten iş tekliflerinde mümkün mertebe seçici olmamaya çalışıyorum. Hem tecrübe kazanmam hem de her türlü alanı değerlendirebilmem için böyle yapmam gerektiğini düşünüyorum. Hedefim bu meslekte ilerlemek ve Türkçe dilinde sayılı çevirmenlerden biri haline gelebilmek. Fakat sorunuzun asıl cevabına gelirsek, tercih bana kalsaydı sanırım en çok tarihi eserleri çevirmek isterdim. İlk kitabım ve üçüncü çevirdiğim kitap da, ne mutlu ki tarihi, dini ve felsefe içerikli eserlerdi.

Farklı yazarlar arasında çeviri yaparken benzerlikler gördüğünüz oluyor mu?
Edebi çevirilerde kitabın konusuna bağlı olmakla birlikte, bilhassa romantik tür olarak tanımladığımız bazı türlerde ifade şekilleri arasında benzerlikler çok yaygın. Fakat özellikle de İtalyan yazarların karmaşık bir ifade şekli tercih ettiklerini gözlemledim diyebilirim.

Bir çeviriyi bitirip yeni bir çeviriye başladığınız zaman önceki
çevirinin etkisinden kurtulamadığınız oluyor mu? 
Kesinlikle oluyor. Hatta bazen zamanlamalar sebebiyle iki kitabi bir arada çevirmek gerekiyor. Birinden diğerine geçişlerde diğer eserden etkilendiğimi hissediyorum. Ancak bu, bugüne dek bana zarardan çok fayda sağlayan bir şey oldu. Birinde anlatılan hikâye ve anlatım dili diğerine bakışınıza daha geniş bir perspektif getirebiliyor. Bir de, çeviri yaparken o kadar farklı konularda o kadar çok bilgi ediniyorsunuz ki, bu birikimler bir diğer esere ya da yeni bir metne mutlaka katkı sağlıyor.

Dil evrensel olsa da kültür kalıplaşmış bir şey çevirmekte zorlandığınız kalıplaşmış yapılar oldu mu? 
Fazlasıyla. Bunun nedeni dillerin yapısından çok kültürlerin yapısından kaynaklanıyor. Farklı şekillerde ifade edilen öyle çok deyim ve atasözü çıkıyor ki karşınıza. Üstelik kimi zaman anlatılmak istenen şeyin diğer dilde bir karşılığı olmadığını görüyorsunuz. Bir kültürden doğan bir anlatım veya ifade şekli başka bir dilde karşılık bulmayabiliyor. Mesela ilk aklıma gelen örneği vereyim. Dilimizde 'kurbanlık koyun' olarak geçen bir ifadenin yabancı dilde karşılığını birebir çevirerek vermek mümkün değil. Her ne kadar başka kültürlerin tarihinde de 'kurban edilme' bir bakıma ifade edebiliyor olsa da, doğru mesajı birebir çeviriyle vermek kimi zaman hatta çoğu zaman imkânsız oluyor. Zaten bence çevirinin en oyuncaklı, en zorlu, fakat aynı zamanda en zevkli yanı bu oluyor. Bir düşünce, bir ifade şeklini başka bir dil ve kültüre yansıtabilmek.

En çok hangi çalışmanız değerli sizin için?

Elbette, hepsi. Ben kişisel olarak sektörsel çevirilerden çok edebiyat çevirilerini daha fazla seviyorum. Çünkü orada yazım ve ifade yeteneklerinizi daha fazla ortaya koyabiliyorsunuz. Katkınız belirgin oluyor. Ancak yaptığım işlerin hepsine aynı değeri vermezsem, bu işi profesyonelce yapamam. Her işte, her meslekte olduğu gibi.

Haber: Betül SAÇAL

Elleri konuşturan meslek: İşaret dili
Çankaya Halk Eğitim Merkezi'nde beş yıldır işaret dili eğitimi veren Zehra Sümer aynı zamanda Başkent İşitme Engelliler Derneği'nde de görev yapıyor. Sümer, işitme engellilerin topluma kazandırılması ve meslek edinmesi için işaret dili eğitimin önemine vurgu yaptı.
 Ankara'da yaklaşık 5 bin işitme engelli insan yaşıyor. Ankara'daki işitme engelli derneklerinden biri olan Başkent İşitme Engelliler Gençlik Spor ve Eğitim Derneği de engelliler yararına çalışıyor.
 İşitme engelli bir insanın, işaret dili bilmeyen birisiyle iletişime doğrudan geçemiyor olmasının işaret dili eğitimini vermedeki temel amaç olduğunu belirten Zehra Sümer, işaret dili eğitimi verebilmek için toplamda bin 110 saat eğitim almış olunması gerektiğini belirtti.  Dışardan bakıldığında işaret dilinin garip karşıladığını belirten Sümer, “Konuşarak kendilerini ifade etmeye alışkın insanlar olarak elleri konuşturan bir meslek icra ediyorum. Bunun bir iletişim yolu olduğunu düşünürsek garipsemeyiz. Çünkü işaret dili eğitimini vermedeki amacımız herkesin bu iletişim yolunu benimsemesiyle işitme engellileri topluma kazandırmak ve onlara farklı olmadıklarını hissettirmektir” dedi.
Çankaya Halk Eğitim Merkezi'nde toplamda 120 saatlik işaret dili kursu veren Sümer, “Kursiyerlerimiz çocukluktan eğitim almış insanlar olmadıkları için onlara temel bir eğitim veriyoruz. Annesi ve babası işitme engelli yani 'koda' diye adlandırdığımız kişiler ise derneklerle görüşüp daha ileri seviyede bir eğitim alıyorlar. Açıkçası süre konusunda sıkıntı söz konusu, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanarak bize verilen müfredatla toplam verilen ders saati uyumlu değil. Yetmiyor verdiğimiz eğitim. Bir de müfredat uzun zamandan beri güncellenmediği için çoğu yeni kelimeyi eğitime kendimiz dâhil ediyoruz” diye konuştu. Sosyal medyanın işaret dili kurslarına talebi arttırdığını söyleyen Sümer, “Ülkemizde işaret dili kursları yaklaşık 4–5 senedir talep görüyor. Bunda artık kamu kuruluşlarının işaret dili bilen insanlara öncelik gösteriyor olması da etkili” dedi.
Başkent İşitme Engelliler Derneği
1978 yılında İşitme Engelliler Spor Kulübü olarak kurulan Başkent İşitme Engelliler Gençlik Spor ve Eğitim Derneği, 2008 yılından itibaren eğitim derneği olarak hizmet veriyor. Derneğin amacı ise, işitme engellilerin sosyalleşmesi, spor faaliyetlerine dâhil olması. Türkiye Sağırlar Milli Federasyonu ve Türkiye İşitme Engelliler Spor Federasyonu'na bağlı olan dernek, işitme engellilere meslek edindirme ve onları topluma kazandırmak amaçlı faaliyetlerde bulunuyor. İşitme Engelliler Derneği'nde de çalışan Zehra Sümer, faaliyetlerini şöyle anlattı:
“Dernek olarak AB projesi ve meslek edindirme projelerimiz var. AB projesi kapsamında dernek üyesi işitme engelli arkadaşlar yurtdışına gidip eğitim alabiliyorlar. Yurtdışındaki işaret dili eğitimi olanakları bizim olanaklarımızdan çok farklı, teknolojik açıdan işitme engellilerin günlük hayatta kolayca kendilerini ifade edebilecekleri sistemler mevcut.”
Ülkemizde işaret dili ile ilgili üniversitelerde son birkaç yıldır işaret dili dersleri verildiğini dile getiren Zehra Sümer, “Kredi ve Yurtlar Kurumu'na bağlı öğrenci yurtlarında işaret dili dersi verilmeye başlandı. Yeni yeni büyük alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, adliyelerde işaret dili bilen çalışanları görüyoruz” dedi.
Annesi ve babası işitme engelli olan Sümer, “İşaret dilini öğrenmek isteyen herkesin bunu bir iş olarak değil bir iletişim yolu olarak görmesi gerekir” diyerek işaret dili eğitiminin önemli olduğunu ve eğitime olan talebin artmasını beklediğini belitti ve şunları ekledi:
 “İşaret dilini öğrenmek isteyen herkesin bunu bir iş olarak değil, bir iletişim yolu olarak görmeleri gerekir. Çünkü bu bir sosyal sorumluluk, nasıl görme engelliler için düzenlenmiş yaya geçitleri varsa işitme engelliler içinde aynı şekilde çalışmalar yapılmalı. İşitme engelli bir insanın en basitinden size bir adres sorduğunda ona tam olarak yardımcı olabilmeniz için bu eğitimi almanız gerekir çünkü Türkiye’de yaklaşık olarak 5 milyon işitme engelli vatandaşımız var. Bir işitme engelli için, adliye ve emniyet müdürlüğü gibi kurumlarda problemlerini çözebilmeleri onlar için büyük sıkıntı oluşturabiliyor. Fakat o kurumda işaret dili bilen bir çalışanın olması onun problemini kolayca çözebilmesini sağlıyor. Hastanelerde ve eczanelerde de işaret dili bilen birinin mutlaka bulunması gerekiyor bu sayede işitme engelli vatandaşların ilaçları yanlış tedarik etmesi veya kullanması engelleniyor.”
 Ankara (GAZETE GAZİ) - 23.10.2014 - Betül SAÇAL
  • DSCF1144.jpg
  • DSCF1149.jpg
Ankaralı hanımların sosyal lokali
Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Hanım Lokalleri, Ankara’nın 23 farklı ilçesinde hanımların sosyal hayata katılmaları için spor çalışmaları ve çeşitli eğitim kursları gerçekleştiriyor.
Büyükşehir Belediyesi Hanım Lokalleri 2000 yılından bu yana Ankara’nın çeşitli ilçelerinde hanımların sosyal hayata katılmalarını sağlamak amacıyla çeşitli faaliyetlere imza atıyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, 18 yaş üstü hanımların boş zamanlarını sosyal faaliyetler ile geçirebilecekleri, ev hanımları ile çalışan hanımlar arasında sosyal iletişim ve komşuluk kültürünün geliştirilmesi, şehirle ilgili ortak paylaşım alanlarının arttırılması, hanımların spor yapmalarının sağlanması, yaşadıkları problemlere karşı bilgilendirilmesi ve bu problemlerini çözmelerine yardımcı olunması, yeni davranışlar edinmelerinin sağlanması, paneller ve seminerler düzenlenerek iş ve ev ortamından uzaklaşıp sosyal bir hayata katılımının sağlanması amacıyla hanım lokalleri kapsamında Ankara’nın 23 ilçe ve semtinde faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Büyükşehir Belediyesi Hanım Lokalleri Koordinatörü Gülçin Tüze, Sincan Hanımlar Lokali'nin 2 Temmuz 2000 tarihinde açılmasının ardından her ilçede yaşayan hanımların bu faaliyetlerden yararlanabilmesi için bu rakamın 23 hanım lokaline çıkarıldığını, açıldığı günden beri üye sayısının 400 bin’in üzerine çıktığını ve yılda 50 bin üyeye hitap ettiklerini bu sayıların arttırılması için gerekli çalışmaların yapıldığını söyledi. Toplumda hanımların mutluluğunun sağlanmasının ailelerin mutluluğunu beraberinde getireceğini belirten Tüze, hanım lokallerinin düzenlediği faaliyetlerle kadınlar için bir terapi merkezi haline geldiğini dile getirdi.
Hanımlar lokalinin faaliyetleri
Hanımlar Lokali Koordinatörü Gülçin Tüze, hanım lokallerinde spor hizmetleri, sosyal ve kültürel faaliyetler, eğitim ve destek hizmetleri, sağlık hizmetleri, psiko-sosyal destek hizmetleri ve rehberlik danışmanlık gibi hizmetler verildiğini belirterek, “Hanım lokalleri, step, aerobik, kondisyon, yüzme, sauna, bilgisayar, İngilizce, diksiyon, halk oyunları, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, sağlık, el sanatları, resim, masa tenisi, kuaför ve güzellik salonu, şehiriçi ve şehirdışı geziler, lokaller arası turnuvalar, lokaller arası kaynaşma amaçlı eğlence programları ve seminer gibi faaliyetlere yer veriyor” dedi. Hanım lokalleri ile Ankara içi, şehir turu düzenleyerek şehrini tanımayan Ankaralılar'a gezmedikleri yerleri görme imkânı sunduklarını belirten Gülçin Tüze, “23 Hanım Lokalinin katkılarıyla hazırlanan Halk Oyunları Şenliği’nde hanımlara halk oyunlarını öğreterek keyifli zaman geçirmelerini sağlıyoruz. 18 Mart Çanakkale Zaferini anma törenleri gibi önemli günlerde ise hanımların tiyatro, halk oyunları, koro v.b faaliyetlerde görev almalarına fırsat tanıyıp, sahne performansıyla kendilerini ifade etmeleri ve motivasyon sağlamalarını amaçlıyoruz” dedi. Hanımların çeşitli konularda bilinçlenmesi için birçok seminer gerçekleştirdiklerini söyleyen Tüze, bu kapsamda verilen seminerler arasında kireçlenme, mekanik bel ağrıları, evde yapılabilecek genel egzersiz eğitimi semineri, töre ve namus cinayetleri, kadına şiddet ve kadın hakları, aile içi şiddet semineri, su tasarrufu konusunda kadının yeri ve önemi konulu eğitim semineri, genetik hastalıklar ve kadın sağlığı semineri, aile içi iletişim eğitim semineri, kişisel gelişim semineri, oturuş ve duruş bozukluklarına bağlı bel ve boyun ağrıları teşhis ve tedavi yöntemleri semineri, kanser erken teşhis ve tarama semineri gibi seminerlerin yer aldığını aktardı.
ANKARA (Gazete Gazi) - 04.12.2014 - Betül SAÇAL
  • DSCF1253.jpg
  • DSCF1254.jpg
  • hanimlar_lokali_etlikte_kadinlarin_bulusma_noktasi_oldu_h179633.jpg
  • hanimlar_lokali_uyelerine_nlp_semineri_h92297.jpg
  • hanimlar-lokali.jpg
  • hanim-lokalleri-4.jpg
  • ankara-hanYmlar-lokali1.jpg
NTV Editörü Özdemir mesleği anlattı
NTV Ankara’nın haber editörlerinden biri olan Onur Özdemir, editörlük hakkında Gazete Gazi’ye konuştu.
Onur Özdemir, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü mezunu. Genç yaşına rağmen sektörde editörlük hakkında birçok tecrübeye sahip olan Özdemir, üniversiteye başladığı sene TV8’de staj yaptığını belirtti. İletişim sektöründe tecrübe edinmenin üzerinde duran genç editör, sektöre erken atılmış olmanın ona büyük katkısı olduğunu söyledi.
Üniversiteyi bitirdikten sonra TV8 ve Ata TV gibi kanallarda çalışan Onur Özdemir, 2011 yılından itibaren NTV Ankara’da editörlük görevini sürdürüyor. Özdemir, editörlüğün bir haber merkezinde muhabirin yazdığı haberi süzgeçten geçirmek, gündem toplantısı yapıp yönlendirmek, muhabirler arasında görevlendirmeler yapmak ve bu görevlerin takibini yapmak gibi sorumluluklara sahip bir konum olduğunu söyledi. Özdemir, haber editörlüğünün diğer editörlüklerden farklı olduğu dile getirerek, “Haber editörü sadece işin dil bilgisiyle ilgilenmez. Haber editörü görev dağılımı yapar, bu görevlerin hızlıca gelişimini kontrol eder, koordinasyon ve haberin yayına sokulması gibi sorumlulukları vardır” şeklinde konuştu. Türkiye’de TRT’nin kurulmasıyla, bu kurumda BBC’ye benzer uygulamalar yapıldığını söyleyenr Özdemir, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir haber merkezinde bulunması gereken belli unsurlar vardır. Bizde en başta sistem geliştirilirken, dışarıdan uygulamalar alınmıştır. Türkiye’de gazetecilikte ve her işte bir daralma var. Bizde her iş az eleman çok iş mantığı ile yürütülüyor.  Her işte ve her kurumda az sayıda ve bir o kadarda nitelikli elemanların bulunması söz konusu. Bu en çok da iletişim sektöründe örneğin gazete ve televizyonlarda karşılaşılan bir durum. Uluslararası düzeyde bu işi en iyi yapan ülkelerle kıyaslandığı zaman ülkemizdeki az eleman çok iş mantığı durumu biraz farklılaştırıyor, nitelikten uzaklaştırıyor. Bizde birçok kurumda artık editörlük 'writer' denen bir sisteme dönüştü.”
Bir editörün güncesi
Özdemir, bir editörün gün boyu neler yaptığını şöyle anlattı:
"Editörün görevi sabah erken saatlerde gündem toplantısıyla başlar. Her sabah bir saat gazeteleri okuyup, gündem hakkında bilgi sahibi olduktan sonra editörler, haber müdürleri ve muhabirler ile birlikte gündem toplantısı yapıyoruz. Alan muhabirleri kendi uzman oldukları konular hakkında bilgiler veriyorlar, bunu takiben günün konusunu belirliyoruz. Ankara’nın gündemi hakkında yapılan fikir paylaşımının ardından İstanbul’dan bilgi alıyoruz. Günün gerçekleşecek olayları hakkında, siyasilerin arasında geçen tartışmalar hakkında bilgiler veriliyor. Ve muhabirler belirlenen haberlere göre kendilerine verilen görev yerlerine gidiyorlar. Gündemde olan konulara görüş sunmaları için çoğu zaman uzman konuklar ağırlanıyor. Bu isimlerin belirlenmesi ve irtibatı sağlanıyor. Neredeyse bir buçuk saatte tüm bu işlemler gerçekleştiriliyor. Bu aşamaların tamamı editörün kontrolü altında gerçekliyor.”
Habercilikte editör başta olmak üzere televizyonda çalışan herkes için en önemli şeyin, en yakın bültene en sıcak haberi hazırlamak olduğunu söyleyen Özdemir, haberde önem sırasının gündemdeki sıcaklığa göre belirlendiğini dile getirerek, editörün sürekli gündemdeki olayları, kamuoyunu ilgilendiren konuları ve önem içeren başlıkları takip etmesi gerektiğini belirtti. Bu anlamda editörün rutin gündem dışında özel gündem oluşturma ve muhabirlerden gelen özel gündem önerilerini dikkate alma görevinin olduğunu da aktardı.
Genç iletişimcilere öneriler
Bir iletişim fakültesi mezunu olan Onur Özdemir, okulda ağır bir teorik eğitim aldığını söyledi. Ders içeriklerinde ekonomi, iktisat gibi konular olduğunu, öğrencilik yıllarında bu derslerin zorunlu verilmesinin kendisine mantıksız geldiğini dile getiren Özdemir, “Daha sonradan bir iletişimcinin herkesin aksine her konuda bilgi sahibi olması gerektiğini düşündüm ve iyi ki bu dersleri almışım dedim” şeklinde konuştu. Onur Özdemir, bir iletişim fakültesi öğrencisinin izlemesi gereken yol hakkında şunları söyledi:
“Bir İletişim öğrencisi mümkün olduğunca dersleri çok iyi takip etmeli ve çok okumalı. Kendisini her anlamda geliştirmeli, dil öğrenmeli, dış basını ve siyaseti takip etmeli. Medya sektöründe bir yerlere gelebilme çevre ve deneyim yoluyla mümkün. Medyada işler çevre ile yürüyor. İletişim öğrencisi çevre edinmeli, girişken olup çok sayıda kurumda staj yapmalı. Bu alanda deneyim ve çevre bir İletişimciyi çok iyi yerlere getirir.”
ANKARA (Gazete Gazi) - 24.11.2014 - Betül SAÇAL


"Engelliler konusunda duyarlı olmalıyız"
Dünya Engelliler Eğitim ve Gençlik Spor Kulübü Derneği Başkanı Engin Parlak, engelliler için başlatılan Leonardo Da Vinci Projesi'ni ve başta görme engelliler olmak üzere engelli bireylerin karşılaştığı sorunları anlattı.
Başta görme engelliler olmak üzere birçok engelli bireye kapısını açan ve onları spor, sanat, kültür alanlarında destekleyen Dünya Engelliler Eğitim ve Gençlik Spor Kulübü Derneği, çok sayıda görme engelli vatandaşın istihdama katılımını sağlıyor. Kendisi de görme engelli olan Dernek Başkanı Engin Parlak, üniversiteli gençlerin derneğe ilgisinin yoğun olduğunu, gönüllü kitap okumak isteyen gençlerin kendilerini mutlu ettiğini belirtti.
 Dernek bünyesinde açılan kurslardan faydalanan 24 engelli üyenin kamu kuruluşlarında çalışmaya başladığını söyleyen Engin Parlak, "Görme engellilerin istihdamını sağlamak açısından onlara Halk Eğitim ve İŞ-KUR destekli çeşitli kurslar veriyoruz. Dört ay süren bu kurslarda Ankara'daki çeşitli üniversitelerin de desteğiyle eğitim gören üyeler, EKPSS diye bilinen engelli memur sınavına giriyorlar. Kademe kademe sınavları geçtikten sonra Milli Eğitim ve Adalet Bakanlığı gibi kamuya bağlı kuruluşlarda çalışmaya başlıyorlar” dedi. Kurulduğu yıldan bu yana engelli üyelerin beş branşta ulusal ve uluslararası yarışmalara katılımını sağlayan derneğin bu yarışmaların birçoğundan derece aldığını söyleyen Engin Parlak, bu yarışmaların ve branşların goalball, futsal, judo, yüzme, halter, atletizm ve satranç olduğunu belirtti. Parlak, derneğin verilen kurslar dışında çeşitli projelere de imza attığını sözlerine ekledi. Bu projeler kapsamında bir tiyatro gurubu oluşturan dernek, belirli aralıklarla tiyatro gösterileri gerçekleştiriyor.

Mavi Kapak Toplama Projesi ile 35 engelliyi tekerlekli sandalye sahibi yapan derneğin en büyük projesi ise "Leonardo Da Vinci Hareketlilik Projesi." Bu proje ile engellilerin istihdamında; korumalı işyerleri statüleri ve mesleki eğitim süreçlerinin AB boyutunda incelenmesi amaçlanıyor. Projenin Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı'nın desteği ve Avrupa Komisyonu'ndan sağlanan hibe ile gerçekleştiğini belirten Engin Parlak, bu proje ile 5 farklı ülkede bulunan korumalı işyerlerinin Türkiye'den giden guruplar tarafından ziyaret edildiğini ve o ülkelerde engellilere yönelik çalışmaların işleyişinin nasıl olduğunun gözlemlenip not edildiğini ve gözlemler ışığında rapor hazırlanıp yaptırımda bulunulduğunu belirtti. Aynı şekilde o ülkelerden gözlemler yapmak amaçlı gurupların geldiğini belirten Parlak, bu grupların buradaki fabrikaları gezip incelediklerini aktardı. Bu proje kapsamında birçok Avrupa ülkesine giden Parlak, Avrupa'da yaşayan engellilerin şartlarının çok iyi olduğunu gözlemlediğini söyledi. Türkiye'de çoğu engelli vatandaşa gerekli yardım ve desteğin sağlanmadığını ve birçok yerde önlerinde engeller bulunduğunu belirten Parlak, "Banka ve postane gibi yerlerde engelli vatandaşlarımız için ayrılan özel bölgeler olmasına rağmen hala sıra bekliyorlar. Engellilere sağlanan haklar yalnızca yazı üzerinde görülüyor, işleyişte ne yazık ki göremiyoruz. Bunun yanı sıra yolda yaya geçidinde engelli butonuna basıldığında araçların durmaması gibi sorunlarda halkın ilgisizliğidir. Engelli bireyler birçok sorunla karşılaşıyorlar. Biz dernek olarak onların sorunlarına çözüm bulmaktayız. Halkımızdan beklentimiz ise engellileri sadece onlara ayrılan özel günlerde değil her zaman hatırlamaları" şeklinde konuştu. Dernek Başkanı Engin Parlak, görme engelliler için üretilen navigasyon cihazlarının sürekli değişen büyükşehirlerde kullanımının zor olduğunu belirterek, engellilerin karşılaştıkları sorunlar konusunda herkesi duyarlı olmaya davet etti.

ANKARA (Gazete Gazi) - 09.12.2014 - Betül SAÇAL

  • 10805764_857857000931331_1876134126221407426_n.jpg

Ankara’yı çiçeklendiren kadınlar


Ankara’yı çiçeklendiren kadınlar

Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen sera ve çiçeklendirme çalışmaları kapsamında Ankara’nın çeşitli bölgelerinde çiçek ekimi yapan kadın işçiler ile konuştuk.
 
Çankaya Belediyesi’nde yıllardır farklı alanlarda kendini gösteren kadın işçiler, son üç yıldır sera ve çiçek ekimi işinde varlığını sürdürüyor. Belediyeye bağlı şirketin kontrolü altında çalışan kadın işçiler, aralıksız olarak serada üretim ve çiçek ekimi yapıyor.

Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü şehrin birçok bölgesinde çiçek ekimi çalışmaları gerçekleştiriyor. Bu çalışmaların büyük bir kısmı serada çiçek üretimi ve bu çiçeklerin ekimi şeklinde gerçekleşiyor. Bu aşamalarda ise erkek işçilere nazaran kadın işçiler daha fazla yer alıyor. Erkek işçilerin yaptığı birçok ağır işi yapabilen kadın işçiler, bazı zamanlar bu ağır işleri yaparken zorlandıklarını, buna rağmen mesleklerini sevdiklerini belirttiler.
Çankaya Belediyesi'ne hizmet alım ihalesiyle bağlı anonim bir şirketin çalışanları olan kadın işçiler, Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nün belirlediği alanlarda çiçek ekimi çalışmaları gerçekleştiriyorlar. İşin arka planında serada çiçek üretimi var ve bu üretim aşamasında yine ağırlıklı olarak kadın işçiler yer alıyor. Kadın işçiler aralıksız olarak hemen her gün çiçek üretimi ve ekimi yapıyor. Ekim yapma işinde sayı olarak erkek işçilerin daha fazla olmasına rağmen kadın işçilerin alan çalışmasına daha fazla dahil olmaları söz konusu. Çiçek ekimi işi ile uğraşan kadın işçiler mesleklerinden memnun olduklarını, bazen ağır şartlarda da olsa bu işi sevdiklerini belirttiler. Günün sonunda tüm üretim ve ekim işinin ardından yorulduklarını ve evlerine vakit ayıramadıklarını belirten kadın emekçiler, çalışan bir kadın olmanın güzel ama bir o kadar da zor olduğunu dile getirdiler.

Betül SAÇAL

Diş hekimliğinden psikolojik danışmanlığa

Diş hekimliğinden psikolojik danışmanlığa

Üniversiteler arası yatay geçişte değişiklik yapılmasıyla 2014 Lisans Yerleştirme Sınavı başvurularının bitimine üç gün kala YÖK, tüm öğrencileri uyarmış, "Yatay geçiş imkânı var. Tüm sınavlara girin" diye açıklamada bulunmuştu. Elif Gök, bu imkandan faydalanan öğrencilerden birisi olarak bu süreci anlattı.

Elif Gök, Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde bir sene okuduktan sonra tam okulu bırakma kararı almışken, merkezi yerleştirme puanıyla başka bir bölüme yatay geçiş yapabileceğini öğrendi ve zor bir sürecin ardından istediği bölüm olan Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümüne geçiş yaptı. Gök, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü'nde okuyor.

Diş hekimliğini tercih etmesinin belli bir sebebi olmadığını belirten Elif Gök, lisenin başından sonuna kadar sayısal okuduğunu ve ders durumunun bulunduğu her ortamda ortalamanın üstünde olduğunu bu yüzden çevresi tarafından sayısal bir bölüm okuma konusunda teşvik edildiğini dile getirdi. Gök, "Sayısal bir bölüm okumam bekleniyordu fakat sınava iki ay kala sayısal bir bölüm seçmek istemediğimi fark ettim. Eşit ağırlığa hazırlanmak istedim ama gerek ailem olsun gerek okuldan öğretmen çevrem olsun bu konuda bana pek destek olmadılar. Ben de onların dediğine uyup o kadar emek verdiğim sayısaldan devam ettim. Lisans Yerleştirme Sınavlarına girdim. Sonuç olarak 13 bin sayısal sıralamam vardı, o aralıkta gidebileceğim en mantıklı bölüm diş hekimliğiydi. Tercih listeme bölümü hiç istemesem de sadece diş hekimliği bölümlerini yazdım. Ailem özellikle annem çok daha fazla istekliydi, ben de sınav döneminden yeni çıkmıştım ve ikinci kere aynı dönemi yaşamamak için herhangi bir bölüme yerleşmek istedim" dedi.
Diş hekimliğinin ağır bir bölüm olduğunu söyleyen Elif Gök,şöyle devam etti:
"Benim açımdan ağır bir bölüm Diş hekimliği, yalnız ben bunu sadece benim çok zamanımı aldığından yola çıkarak söyleyebilirim. Orada okuduğum süre boyunca derslere hiçbir zaman adapte olamadım çünkü. Pratik dersler aldığınız bir bölüm, çoğu ödevi yardım almaksızın tamamlayamıyordum, el işlerinde hiç iyi değilimdir. Bu başarısızlık beni psikolojik açıdan bunalıma götürecek raddeye gelmişti. Bütün bunların yanında işinizi sürdürürken içinde bulunduğunuz çevre çok önem kazanıyor, ben o çevreye de uyum sağlayamamıştım. Asistanlar, ast üst ilişkileri, bir şekilde bana göre değildi. Okul bittiğinde okulu bırakma kararı almıştım zaten, merkezi yerleştirme puanıyla yatay geçişten de kanunun çıktığı ilk gün haberim oldu. Yavaş yavaş her üniversitenin internet sayfasında bu konuyla alakalı gereken belgeler, başvuru tarihleri falan yayınlanmaya başladı. Ben de bu konularla ilgili sürekli araştırma içerisindeydim." 

Yatay geçiş değişti

Bölümler arası yatay geçişin sık sık normal yatay geçişle karıştırıldığını belirten Gök, "Bizim başvurularımız normal yatay geçişten sonra, ağustosun sonuna doğru yapıldı. Gerekli belgeleri; transkript, öğrenci belgesi, başvuru dilekçesi, ders içerikleri falan üniversitelere bizzat getirip verdim. Başvurular ancak 15 Eylül'de açıklandı. Hemen 16 Eylül'de gelip okul kaydımı yaptırdım. Yalnız yatay geçişin her aşamasını bizzat kendin takip edip tek tek uğraşarak yapıyorsun çünkü bir üniversitenin prosedürünü diğeri bilmiyor, hatta kendi içinde birimlerin birbirinden haberi yok, epey zahmetli bir iş olduğunu söyleyebilirim" dedi.
Psikolojik Danışma ve Rehberlğin istediği bir bölüm olduğunu ve geçişten sonra çok zorlanmadığını söyleyen Elif Gök, "Pdr, sanırım sözel bir bölüm olduğu için burada okuyan insanlar çok daha samimi" diyerek sözel bölümlerde okuyanların daha sıcak insanlar olduklarını belirtti. Lisans Yerleştirme Sınavın'da tüm sınavlara girmesinin büyük bir etkisi olduğunu dile getiren Gök, "Geçen seneki puanımı kullanarak bir sene kaybetmeden istediğim bölümde okuyabiliyorum. Şimdiki bölümümden memnunum. Sözelci bir öğrenci miyim, bilmiyorum ama sözel alanlara daha çok ilgimin olduğu kesin. Girdiğim tüm derslerden her ne kadar henüz bölüm dersleri almasam da zevk alıyorum. Geçen seneye göre çok daha farklı şeyler öğrendiğimin farkındayım, bu da hoşuma gidiyor" dedi.
Gök, öğrenciler arasında sayısalcı ve sözelci ayrımı yapılması ile ilgili olarak şunları söyledi:
"Açıkçası ben neyi, nasıl öğrenebilirim diye yaklaşmayı sayısal sözel ayrımından daha çok seviyorum. Geçen sene diş anatomisi öğreniyordum, ağzımı açıp ayna karşısında dişlerimi izliyordum. Bu sene psikoloji kuramlarını öğreniyorum, kitap başında bir şeyler okuyarak çalışıyorum. Sadece gerçekten ilgilendiğin bir alanda çalışıyorsan durumu içselleştirebiliyorsun, bence fark burada. Yalnız mesela biz de psikolojik danışman adayları olarak bir diş hekimi adayının yapabildiği gibi doğrudan vaka çalışmalarında bulunabilseydik daha güzel olabilirdi belki. Şimdilik sadece okuduğumuz kuramları çevremizde gözlemlemeye çalışıyoruz."
Elif Gök, hem sayısal hem sözel bölümde bulunmuş biri olarak gösterebileceği en önemli farkın sınıf arkadaşlarının profili olduğunu belirtti. Gök, "Diş hekimliğinde insanlar biraz daha hayatlarının merkezine okulu, dersleri koymak durumunda kalıyorlar, bu da onların modlarının düşmesine, aralarındaki ilişkilerin zaman zaman gerilmesine yol açabiliyor. Pdr öğrencilerine bakınca ise daha neşeli, daha sakin bir topluluk görüyorum" şeklinde konuştu.

Haber:
Betül SAÇAL